İsmi Selçuk olan adam, istihbarata yeni katılmıştı. Tam aradığım gibi bir tipti. Elaya çalan gözleri, uzun boyu, iri bir bedeni ve soğuk bakışları vardı. O yerini aldığında bende üniversiteli bir gruba servis yapıyordum. Kulaklığımdan gelen cızırtılı sesi dikkatle dinledim.
-Adamımız yerini aldı Safir. Onu görebildiysen burnuna dokun.
Tıpkı fotoğraftaki gibiydi. Onu tanımamam imkansızdı. Yavaşça burnuma dokundum. Saat üç yönünde bana bakıp keyifle gülümseyen Mert’e baktım. O da bana bakıyordu. Gülümsedim ve işime döndüm. Selçuk bana seslendi.
-Türk kahvesi alayım, sade olsun.
-Elbette efendim, hemen geliyor.
Mutfaktaki curcunadan sıyrılmam zaman aldı. Kahveyi Mert çıkmadan Selçuk’a vermem gerekiyordu. Nihayet kahve hazır olduğunda, adımlarımı hızlandırdım. Selçuk’un masasına yöneldim.
-Buyrun efendim.
-Bak şekerim, güzelsin hoşsun ama bu kahve olduğu gibi tabakta. Tabaktan mı içeceğim yahu? Sen nasıl garsonsun?
-Özür dilerim efendim.
Mert’in dikkatini çekmeyi başarmıştık. Kaşları çatılmış olanları izliyordu.
-Özür yerine bu akşam yemeğe çıkalım, affedeyim seni. Patronunun ruhu duymasın. Ne dersin?
-Müşteri her zaman haklıdır dedim sustum ilkinde. Ama şu an yaptığınız düpedüz sarkıntılık.
Mert’in gür sesi, kalabalığın bize dönmesine neden olmuştu.
-Sanane koçum. Bak kız çıkarmadı sesini.
Mert bir şey söyle dercesine yüzüme bakıyordu.
-Bu işe ihtiyacım olduğundan. Yoksa sana pabuç bırakmam.
Mert’in gözleri ışıldadı. Selçuk’unsa performansına diyecek yoktu.
-Öyle mi güzelim? Yani diyorsun ki şimdi git sonra gel.
-Sana s*ktir git bir daha da gelme diyor.
-Bak kaşınıyorsun.
Horoz gibi diklenmişlerdi birbirlerine. Öfkeyi görebiliyordum gözlerinde. Selçuk yumruğunu sıktığında aralarına atladım. Selçuk’un yumruğu sağ elmacık kemiğimin üstüne gelmişti. Yer çekimi artmışçasına bıraktım kendimi yere doğru. Dizlerimin üstüne oturdum. Timsah gözyaşlarımsa zaten hazırdı. Bu sırada Selçuk hızla kaçmış, Mert başta kovalamayı düşünse de gitmemişti. Tahmin ettiğimiz ve planladığımız gibi yanımızda kalmıştı. Elimi yanağıma götürdüm ve bana acıyan gözlerle bakan Mert’e döndüm.
-Çok acıyor mu? Ben çok özür dilerim. Nasıl oldu anlayamadım. Arada kalmanı önlemem gerekirdi.
-Senin hatan değil.
Uzattığı eline tutunup ayağa kalktım. Yanağımdaki elimi çekip dikkatlice baktı.
-Buz koymazsak moraracak. İstersen hastaneye de gidebiliriz.
-Gerek yok. Lavaboya gitsem yeter.
Lavaboya hızlı adımlarla girdim. Kimse yoktu. Kapıyı tuttum.
-Cem bende her şey tamam. Kulaklığı çantama atıyorum. Takibi kesebilirsin. Bir sorun var mı?
-Hayır.Ama bir sorum var.
Şaşırmıştım.
-Sor.
-Akşama yemek yapacağım, yetişirsin değil mi? Dışardan söylemeyelim artık.
-Yetişirim babacığım merak etme. Of Cem ya. Bende bir şey soracaksın diye bekliyorum.
-Yetişmene sevindim Safir. Akşam görüşürüz.
Kulaklığı çantama atıp Mert’in yanına gittim. Elinde buz torbası, beni bekliyordu.
-Gerek olmadığını söylemiştim.
İnce bir adamdı Mert.
-Zaten ben sebep oldum, en azından yardımcı olmalıyım Dilara.
Gerçekten üzgün gözüküyordu. İyi bir adamla uğraşmanın tek dezavantajı buydu sanırım. Ama vicdan yapmayacak kadar profesyonel biriyim ben.
-Peki. Ama emin ol sen sebep olmadın. Aksine beni koruman çok centilmenceydi.
-Başarısız bir koruyucu olduğum kesin. Sana kendimi affettirmek için ne yapabilirim?
İşte beklediğim soru. Ama biraz naz yapmakta fayda var tabii.
-İnan bana, önemli değil.
-Lütfen ama, her zaman biri yüzünden yumruk yemiyorsundur. En azından bir kahve ısmarlamalıyım.
Yemek daha iyi olurdu aslında. Kahve de olur artık n’apalım?
-Madem ısrar ediyorsun, peki öyleyse. Ama burada olmaz.
-Tamam o zaman. Yarın nerede istersen orada. Anlaştık mı? Seni iş çıkışı buradan alırım.
Nerede istersem orada. Şahane. Böylece önceden Cem’i de konumlandırabilirim. Süpersin Mert.
-Anlaştık.
-Ben gideyim öyleyse. Görüşürüz Dilara.
O giderken bir rüzgar parfümünü getirirken burnuma, usulca söyledim:
-Görüşürüz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAFİR
Ficção Adolescente-O adam senin hedefin Safir. Sorularının cevaplarını alacağın bir figüran. Asla daha fazlası olmasına izin verme. -Kesinlikle Amirim. -Biliyorsun bu işte kovulmak diye bir şey yoktur. Gülümsedi. Beni harcamaktan çekinmezdi. Hatalarıma tahammülü...