Başıma geleceklerden habersiz yaşıyordum çocukluğumu doyasıya, hiç büyümek istemez gibi. Birkaç paranormal olayla karşı karşıya geldim ama çocukluğumun getirdiği umursamaz tavırla unuttum gitti. Aslında geçmiş çok güzeldi. Yozgat'ta doğdum ve on iki yaşıma kadar da orada yaşadım. Küçük bir mahallede sıcak insanların komşuluğa önem verdiği bir ortamda büyüdüm. Akşamları bütün mahallenin çocukları çeşitli oyunlar oynardık, körebe, saklambaç gibi. Oyunlar bittikten sonra genelde birbirimizi korkutmaya yönelik sohbetler eder, sonrada hiç korktuğumuzu belli etmeden evlere dağılmaya çalışırdık. Tabii içimizde sakladığımız korkuyla. Ve hızlı adımlarla... İlk paranormal olayımı hiç unutmuyorum. Aralık ayıydı on yaşındaydım, gece oldu yatağıma yattım. Uyumuştum, babamın sesini duymuştum dış kapının oradan bana sesleniyordu. Hâlbuki biz yedi kardeştik ve ben sese cevap verdiğimde benden yardım istiyordu. Eve kömür getirdiğini ve taşımak için yardım etmemi istiyordu. Oysaki ben evin en küçüğüydüm benden yaşça büyük abilerim, ablalarım vardı. Anlam veremiyordum ama bilinçsizce sese doğru ilerliyordum. Ta ki babam koridordan seslenene kadar; "oğlum nereye gidiyorsun?" çok şaşırmıştım çünkü hala babamın sesi dışarıdan da gelmeye devam ediyordu, bu sefer ikiside beni çağırıyordu. Ben içeriye doğru yönelince dışarıdaki ses kendini acındırmaya başlamıştı; "bu kadar kömürü bana tek mi taşıtacaksın?" diyordu. En son dışarıya doğru yöneldiğimde babam içeriden gelip kolumdan tuttu ve kendime geldim. "Neydi yaşadıklarımız baba?" diye sordum. Babam "çok küçüksün etkilenebilirsin." dedi. Ama ısrarcı oldum ve anlattı. Cümleye şöyle başladı; "Aralık ayının son dört günü, Ocak ayının ilk dört günü yani toplamda sekiz gün Congulus Ayı derler bizim buralarda." dedi. Ben merak ettim, nedir diye üsteledim dedi ki; "cinler yani." Bazı cin kabilelerinin bugünler düğün günü, kabilelerden sonra bahsedeceğim çünkü ismini sonra öğrendim. "Nasıl düğün?" diye sorduğumda "kendilerine insandan damat ve gelin seçerler yaş fark etmeksizin, çünkü onlar çok uzun yaşarlar. Aralık ayının son dört günü, Ocak ayının ilk dört günü gezerler. Sekiz gün boyunca seçtikleri insanı en sevdiği kişinin sesiyle uykudan kaldırıp götürebilirlerse onlardan biri ile evlendirip damat ya da gelin yaparlar ve iki alem de yaşamak zorunda bırakırlar." On yaşında bir çocuğa bunları anlatmak ne kadar doğru orasını bilmiyorum ama çocukluğum bitene kadar Aralık sonu Ocak başı hep annem ve babamla yattım. Artık daha tedirgin daha korkaktım. Bakkala giderken bile koşarak gider gelirdim. İki yıl geçmişti olayın üstünden, artık Yozgat'a veda etme vakti gelmişti, İzmir'e taşınacak ve bir daha Yozgat'a gelmeyecektim. Taşındık, ortaokula İzmir'de başladım. Bütün korkularımın Yozgat'ta kaldığını zannediyordum. Ben dedemi hiç görmedim, ben doğmadan ölmüş. Tanımak, görmek isterdim. Bir ara namaz kılmak istedim ama sabah namazlarına uyanamıyordum. Annem babamda kıyamadığından kaldırmıyordu. Alarm falan kuruyordum ama ne mümkün! Davul çalsalar uyanmayacak kadar ağırdı uykum. Bir şey keşfetmiştim kendimce, düşündüm, on iki yaşımda nasıl idrak ettim bilmiyorum ama geceleri yatarken meleklere görev verircesine sesleniyordum; "Ey Allah'ın melekleri! Beni sabah namazına kaldırın, eğer ki kaldırmazsanız kılmadığım her sabah namazından siz sorumlusunuz." diyerek yatıyordum. Evimiz dördüncü katta idi ve her meleklere seslendiğim gecenin sabahında odamın penceresine vurup hiç tanımadığım, görmediğim dedemin sesiyle namaza uyandırılıyordum. İlk başta korktum ama sonra alışmıştım. Dedemin sesini hiç duymamıştım ama tuhaf bir şekilde o sesin dedeme ait olduğunu biliyordum. Sonrasında sıkılmıştım, çocuk aklı işte namazı bırakmaya başlamıştım ama hep de uyarılmaya devam edilmiştim. Kimi zaman uykuda rüya şekliyle, kimi zamansa reel yaşamda. Okula gitmek için evden çıktım, dış kapıyı kapattım, ayakkabılarımı bağladım. Sadece bir kat indim yani üçüncü katta, bastonlu bir adamla karşılaştım, gülümsedi, yanından geçerek indim. Zemin kata geldiğimde aynı adamı ikinci kez gördüm, şok oldum. Üçüncü katta gülümseyen adam gözlerini pörtletmiş bana kızarak "namazını kıl!" diyordu. Çok korkmuştum. Okula gittim, kimseye anlatamadım. Akşam olunca abilerime, aile halkına anlattım. "Halüsinasyon görmüşsün" dediler, dalga geçtiler. Korkuyordum, bazı geceler annem babamla bazı gecelerde abimle yatıyordum. Aradan zaman geçmişti, unutmuştum olanları. Aşağı kömürlükten bisikletimi çıkarmak için indim apartmanda kimse yoktu, tahta olan kapısını açtım girdim. Sonra bisikletimi alıp tekrar kapıya doğru yöneldim ama birden kapı hızla kapandı. Açmak için bisikleti yere bıraktım, ben kapıya asılıyorum açılmıyordu. Sanki arkadan biri de asılıyordu. Biraz mücadeleden sonra kapı açıldı ama kapının ardında kimse yoktu. Çok korkmuştum, ağladım. On iki, on üç yaşında bir çocuk için yaşadıklarım çok ağırdı. Yozgat'tan muska getirmişlerdi bana, sürekli takıyordum. Korkularım kalmamıştı aslında. On dört yaşına girmiştim, orta sondaydım, bitirip liseye başlamak için sabırsızlanıyordum. Bir ara bir arkadaşım sayesinde sofi olmuştum. Tarikat ismi Nakşibendi olan tarikatın dergâhlarına gidiyorduk. Vekille görüşüp sofi olmak için adap listesi aldım. Gece bir güzel adabı yapıp yattım, sabah huzur içinde uyandım. Bir ay olmadan hatmelere katılıyordum, iki ay geçtikten sonra da virt bile almıştım. Benim yaşımda arkadaş grubu çoktu orada tanışmış, kaynaşmıştık. Sabah namazlarını bile birbirimizin ziline basar camiye gidip kılardık. Bir gün hatme olacağı sırada biz üç arkadaş hatmeye girmek istemedik. Hatme yaptığımız yer camiinin alt katıydı, girmek istemememizin sebebi ise minareyi merak etmemizdi ve herkes hatmedeyken biz minareye çıkıp merakımızı giderecektik. Hızlı adımlarla ilerliyorduk, herkes hatmede bizse minareye tırmanıyorduk. En önde ben vardım, karanlıktı. İlerlerken kafam bir şeye çarptı, yumuşak bir insan karnıydı bu. Kafamı kaldırıp baktığımda yüzünü fark ettim. Nakşibendi tarikatı şeyhi Gavsı Sani Seyit Abdülbaki Hz. idi, çok korktum o an Gavs'ın ne işi var İzmir'de diye düşündüm. Oysaki o Adıyaman-Menzildeydi. Sonra tekrar baktım ama yüzünü bu sefer göremedim çünkü gövdesi yükseldikçe sanki arşa çıkıyordu. Arkadaşlarla korktuk ve aşağı hızlıca indik. Hepimizin suratı bembeyaz, vekilin hatmeden çıkmasını bekledik. Daha biz bir şey söylemeden "Gavs'ımdan bana selam mı getirdiniz?, bir daha hatmeleri hiç kaçırmayacak mıymışsınız?" dedi. Biz bir daha şok olduk, iyice bağlanmıştık tarikata. Kaçırmıyorduk hatmeleri, virtleri. Aradan yine zaman geçtikçe çocukluğumun gençliğe dönüşüm zamanı olduğundan sıkılmaya başlamıştım. Her gün çektiğim virtleri artık umursamıyordum. Bir gece yine virdimi çekmeden yattım, yine olanlar oldu. Gece korkutularak uyandım ve kendimi virt pozisyonda buldum. Biraz daha zaman geçtikçe tamamen bırakmıştım, bir sene sabredebilmiştim. Liseye başlamıştım artık, büyümenin verdiği enerji ile doluydum. Okulun ilk günleriydi, Fulya adında bir kızla tanışmıştım ve biz çıkmaya başlamıştık. Okulda fazla gözüm yoktu, genelde okulu asar dışarılarda gezerdim ve okumama kararı aldım. Liseyi bıraktım, eczanede çalışmaya başladım. İzmir Yeşilyurt'ta ara sokakta bir eczaneydi, patronum da çok iyiydi. Fulya'yla ilişkimiz bitmemiş devam ediyordu. Onun bir çocukluk arkadaşı vardı, Selin'di adı. Hep yalnız olduğundan bahseder, bir erkek arkadaşının olmayışından yakınırdı. Bende çocukluk arkadaşım olan Ceyhun'u tavsiye ettim. Tanıştılar ve çıkmaya başladılar. Artık her zaman dördümüz geziyor, boş kalan vaktimizi hep birlikte geçiriyorduk. Günlerden bir gün Fulya, Selin ve Ceyhun beni eczaneye ziyarete geldiler. Selin o gün sürekli dedesinden bahsediyor ve ağlıyordu. Dedesi altı ay önce ölmüş ve onu çok özlemiş, duygularına hakim olamıyordu. Fulya; "çok mu özledin arkadaşım dedeni? Eğer özlediysen seni onunla görüştürebilirim." dedi. Ceyhun'la biz dalga geçtik tabii, "napacaksın? Telefonla mı arayacaksın?." falan diye. "Hayır tabii ki. Fincan ve tepsi var mı?" diye sordu bana. Bende "Var." dedim. Eczane zaten ara sokakta ve patronda genelde gelmezdi. Rafların arkasında bizim mutfağımız vardı, raflardan dolayıda ışık fazla düşmezdi. Ceyhun'la ben hala inanmayarak gülüyorduk ama bir taraftan da merak ediyorduk. Tepsiyi fincanı hazırladım, o da ufak ufak kâğıtlara alfabeyi yazdı birde evet, hayır. Fulya ile Selin oturdular tepsinin başına, Fulya Selin'e "sen sadece üç ihlas bir Fatiha oku." dedi. Ama kendi başka bir şeyler okuyordu, bizde Ceyhun'la izliyorduk. Duaları bittiğinde Fulya seslendi "Dünya aleminden ruhlar alemine, Selin'in dedesini çağırıyorum geldiysen işaret ver." Biz kendimizi tutamıyor, gülüyorduk. Ve fincan birden evete doğru yöneldi ve biz fincanı onların hareket ettirdiğini, bize şaka yaptıklarını düşünüyor, eğleniyorduk. Selin sorular soruyor, fincan tek tek harflere gidiyor cevaplıyordu. Dedeciğim nasılsın?, seni özledim gibi falan. Sıkılmıştım bende konuya dahil olmak istedim. -"Neredesin sen?" diye soru sordum, "Tam karşındayım." diye cevap verdi. "Hadi lan oradan." dedim, "Gece görüşürüz." dedi sözde Selin'in dedesinin ruhu. Sözde diyorum çünkü sonradan öğrendiğim de ruh davetlerine ruh değil cin gelirmiş. Neyse konuyu dağıtmadan devam edeyim, akşam oldu eczaneyi kapattım. Biraz dışarıda dolaştıktan sonra eve geçtim. Saat 22.00 sularıydı, yemek falan yedim, TV izledim. Genelde geç yatmayı severim. Gündüz yaşadıklarım aklımdan gitmişti, sigara da içiyordum ama tabii ki aileden gizli. Herkes uyumuştu, saat 01.00 sularıydı. Oturma odasında yatıyordum dördüncü kattı evimiz önceden de bahsettiğim gibi. Sigara içmek için balkona çıktım, paketi açtım bir tane sigara çıkardım. Tam yakacağım sırada mahallede ki sokak lambası gözüme çarptı, yaz günüydü. Lambanın tam altında pardüse giyinmiş, şapka takmış, uzun boylu bir adam. Uzaktı, yüzünü göremiyordum. Kafasını birden bizim balkona doğru kaldırdı ve işaret parmağını kafasıyla birlikte sallıyordu. Hemen gündüz çağırdığımız ruh aklıma gelmişti, korktum çünkü gece görüşürüz demişti bana. Ve birden yükselmeye başladı, ayakları yerden kesiliyor hızla yükseliyordu. Dördüncü kata kadar yükselmişti. Ve elimde ki paketi, çakmağı atıp kaçmıştım hemen annemin yanına gitmiştim çok korkmuştum. Damağımı kaldırdı, okudu üfledi. Korkuyordum ama bir taraf tanda heyecan verici geliyordu. Ruhların davete icabet ettiğini sanıyordum. Ve hemen Fulya'yla görüşüp çağırma duasını öğrenmek istiyordum. Sabah oldu, Fulya'yı arayıp eczaneye gelmesini söyledim. Yaklaşık bir saat sonra gelmişti, direk konuya girdim. Ve bu işi bana öğretmesini söyledim. -"Daha dün inanmıyor, dalga geçiyordun. Yoksa bir şeyler mi yaşadın?" diye sordu. Yaşadıklarımı anlattım, o da ürperdi. Tamam, çağırıyordu ama daha önce hiç görmemişti. Israr ettim sonunda çağırmak için okuduğu duaları öğrendim. Sonra Fulya gitti ve ben denemek için sabırsızlanıyordum, ama tabii ki tek başıma davet yapmayacaktım. Bunun için birde ekip lazımdı. Ceyhun'u aradım ve o gece yaşadıklarımı ona da anlattım. O da korkmuştu ve ardından Fulya'yı çağırıp davet duasını öğrendiğimi söyledim. Biraz bana kızar gibi oldu, -"Ne yapacaksan, musallat edeceksin başımıza!" dedi. -"Akşam görüşelim, denemek istiyorum." dedim, -"Tamam" dedi kapattık. Akşamı zor etmiştim, eczaneyi kapattık ve ben ara sıra takıldığımız deponun önüne geldim. Ceyhun'u aradım. Depo Koraylarındı, Koray'ı da aradım geldi hemen, depoyu açtı oturmaya başladık. Masamız vardı, kanepemiz vardı, bazı zamanlar orada takılırdık. Yani ilk ruh daveti deneyimimi yapmama müsait bir ortamdı. Biraz sonra Ceyhun geldi, yanında Hasan'da vardı. Ben konuyu açmıştım, -"Hadi arkadaşlar ruh daveti yapalım." dedim. Koray ile Hasan bir gün öncesinde Fulya ile Selin'e verdiğimiz tepkinin aynısını verdi. Dalga falan geçtiler, Ceyhun'da konuya dahil olunca inanmaya başladılar. Koray'ın evi deponun arkasındaydı. Koray'dan tepsi, fincan ve kâğıt, kalem istedim, o da getirdi. Alfabeyi yazdım, evet hayır yazdım, harfleri kesmeye başlarken heyecanlanmıştım. Her şey hazırdı ama kimin ruhunu çağıracağımız hakkında fikrimiz yoktu. Kimi çağıralım falan derken Koray; -"Babaannemi çağıralım madem." dedi. Biz de tamam dedik. Işık açık olunca çok aydınlıktı, biraz ışığı kısmamız lazımdı en iyisi mum ışığı diye düşündük. Bakkaldan üç, dört adet mum alıp geldik. Mumları yaktık, ışığı kapattık. Artık ortam çok müsaitti, yalnız ben herkesin katılmasını istiyordum ve herkes kabul etti. Fincanın üstünde dört parmak vardı, arkadaşlara üç ihlas bir Fatiha okumalarını söyledim. Ben ise, davet duasını okuyacaktım. Tabii ki duanın adını burada yazmayacağım. Arkadaşlara dualarını bitirince bana kafalarıyla işaret vermelerini istedim. Bitirdiler ve ben davet duasına başladım, daha duayı bitirir bitirmez o enerjiyi hissetmiştim. Ve seslendim; -"Dünya aleminden ruhlar alemine, Koray'ın babaannesini davet ediyorum. Geldiysen bir işaret ver." Fincan hızla evete gitti, herkes birbirine bakıyordu. Koray'la Hasan gülüyor eğleniyor, bizse Ceyhun'la tek tek harfleri takip ediyorduk. Kimi zengin olacak mıyım?, kimi sevgilim beni gerçekten seviyor mu? diye soruyor, sürekli dalga geçiyorlardı. Soru sormadığımız bir boşluk anında fincan sürekli harfler arasında gidip geliyordu. Ben takip ediyordum harfleri, ruh diyordu ki; -"Birazdan Oktay gelecek, kepengi kaldırıp içeriye girecek." Oktay abimiz bizden büyük, mahalle de sevdiğimiz bir abimizdi. Aradan iki dakika geçmedi, kepenk son hızıyla açıldı. Ve Oktay abi içeriye girdi, -"Selam gençler, ne yapıyorsunuz burada?" dedi. Dördümüzden de ses çıkmıyor, Oktay abiye bakıyor biraz da ürperiyorduk. Sonra Oktay abi bize soru sordu; -"Ne yapıyorsunuz harbiden?", -"Abi, ruh çağırıyoruz." diye kısık bir sesle yanıtladı Koray. -"Ya, boş ilerle uğraşmayın öyle bir şey yok saçmalıyorsunuz." dedi Oktay abi. Ben oradan zıpladım; -"Tamam o zaman, inanmıyorsan bizim bilmediğimiz kendinle ilgili bir soru sor." dedim. -"Madem öyle, Ankara'da ki teyzemin kızının adı ne?" diye soru yöneltti. Fincan hiç durmadı, o harflere gidiyor ben yüksek sesle okuyordum. -"Teyzenin kızının adı Züleyha, kendisi 27 yaşında, 5 yaşında bir oğlu var, Ankara-Mamak'ta oturuyor, kocası Ali Toprak, marangoz, 29 yaşında." Oktay abi oturduğu yerden hızla kalktı, korkmuştu. Çünkü her söylenen doğruydu. -"Arkadaşlar kendinize dikkat edin, fazla uğraşmayın, görüşürüz." dedi ve hızla uzaklaştı. Ve artık Hasan ve Koray'da inanmaya başlamıştı. Heyecanlanıyor, birazda korkuyorduk. Sonra bu kadar yeterli deyip göndermek istedik. Yine arkadaşlardan üç ihlas bir Fatiha oklamalarını istedim, okudular ve yine işaret verdiler. Ben yine duayı okudum, ve üç kez seslendim; -"Burada mısın?" diye. Gitmişti, sonra uzun bir süre sessiz kaldık. Nasıl olabileceğini düşünüyorduk ama iyice inanmıştık artık ruhların varlığına. Daha sonra ben bunu tek başıma geceleri herkes uyuduktan sonra çağırmaya başlamıştım. Hem ürperiyordum hem de heyecanla çağırıyordum. Merak ettiğim ne kadar soru varsa soruyor, cevaplarını tek tek alıyordum. Gelecek ile ilgili sorular sorduğumda yanıt alamıyordum. Ruhlara insanların geçmişte yaşadıkları olayları sorduğumda yanıt veriyorlardı. Mesela bazı inanların geçmişte yaşadığı olayları öğrenip, geçmişte böyle böyle bir şey yaşamışlığınız var mı? Diye o insanlara soruyordum. Önce şok oluyor, daha sonra sen bunları nereden biliyorsun? Diye merak ediyorlardı. Belli bir zaman kimseye söylemedim, insanların bilinmediklerini bilmek esrarengiz duruyordu. Eğleniyordum hatta hoşuma da gidiyordu. 2002 yılıydı, on altı yaşındaydım ve abim evlenecek düğünü de Yozgat'ta olacaktı. Büyük abimin düğünü için Yozgat'a gitmiştik ve tüm aile oradaydı. Ablamlar da kalıyorduk, zaten yedi kardeştik yeğenler falan da olunca bayağı kalabalıktık. Herkesin canı sıkılıyordu, düğün tarihinden birazda erken gelmiştik tatil amaçlı, memleket özlemi de vardı tabii. Herkes birbirine bakıp napalım? falan diye sorular soruyordu. Kimi gezmek istiyor, kimisi Yozgat'ta gezilecek yer mi var diyor oturun işte gibi cümleler sarf ediyordu. Sıra bana gelmişti, bir fikirde ben sunayım mı dedim. Ne yapalım diyorsun? Dediler. Bende hadi ruh çağıralım dedim. Ya git saçmalama gibi laflar dönüyordu ortalarda. Ama ben bir kere aşılamıştım milleti ve meraklı olan ailemden evet cevabı gelmişti. Kimisi dalga geçiyor, gülüyor kimisi gündüz gelir mi? diye soruyor. En sonunda hazırlıklara başlamıştım, tepsi, fincan ve kağıt, kalem hepsi hazırdı. Ama gündüz olduğu için karanlık bir oda lazımdı. Arka odaya doğru yöneldik, perdeleri de çekince tam ortamı yakalamıştık. Odada sekiz-on kişi vardık, ama fincan küçük olduğundan üstüne beş kişinin parmağı sığdı. İki eniştem, ablamın biri, abim ve tabii ben. Sıra gelmişti kimin ruhunu çağıralım faslına. ablam dedi ki; -"Anneannemi çağıralım, hem çok iyiydi sıkıntıya da girmeyiz hem de özledik konuşuruz." dedi. Eniştelerim, abim gülüyor eğleniyordu. Ben her davette olduğu gibi onlara üç ihlas birer de Fatiha okumalarını söyledim. Herkes sustu ve okudular. Ben davet duasına başladım, bitirdim ve seslendim; -"Dünya aleminden ruhlar alemine, anneannemin ruhunu çağırıyorum. Geldiysen evete gider misin?" dememle fincanın evetle birleşmesi bir olmuştu. Ben yine enerjiyi hissetmiştim ama eniştelerim ve abim benden şüpheleniyor ve her fırsatta sen oynatıyorsun diyorlardı. Herkes soru soruyor, anneannem cevap veriyordu ama hala makara kukara havasında devam ediyordu. -"Ya bu saçmalık, hani buradaysa kanıtlasın." falan şeklinde homurdanmalar vardı. Ve fincan hızlı bir şekilde eniştemin birine küfürlü bir şeyler yazdı. Biz şoktaydık, çünkü anneannem yaşamında ağzına hiç küfür almazdı. Ben şüphelendim ve; -"Sen anneannem olamazsın." dedim. Ruh; -"Ne sandın? Kafana göre ruh çağırabileceğini mi sanıyorsun? Ruhlar gelmez davetlerine, sadece davete iştirak eden cinlerdir, şimdi benim enerjimi sadece sen hissediyorsun onlar sana inanmıyor kanıtla." dedi bana. Bende parmağımı çekme teklifinde bulundum hepsi tamam dedi. -"Parmağımı çekebilir miyim?" diye sordum cine evet dedi ama bir taraftan da korkuyordum ya bir şey olursa çünkü ben insan ruhu sanıyordum ama bir taraftan da ailemin inanması gerekiyordu. Usulca çektim parmağımı fincanın üstünden ve birden tepsinin içinde hiç olmadığı kadar hızlı gidip geliyordu fincan, herkes şoktaydı. Artık benim oynatmadığım aşikârdı. Hepsi birden parmağımı tekrar koymamı istedi ve ben parmağımı koyduğumda hızı azalmıştı. -"Bu yeterli mi size insanlar?" dedi. Bizden ses çıkmıyordu, benden iki yaş büyük eniştemin kardeşi vardı ama o içeri odada oturuyor böyle şeylere inanmadığı için davete katılmıyordu. -"İçeride kardeşin var, Enes. O şuanda TV izliyor ve büyük abisi hakkında bir şeyler düşünüyor." Eniştem hemen Enes'e seslenmişti, Enes'te geldi yanımıza. -"Sen büyük abin hakkında bir şeyler mi düşünüyorsun?" Enes'in vereceği cevabı bekliyorduk hepimiz, ama -"Bunu siz nereden biliyorsunuz?" dedi o da şaşırdı. Ve artık daveti bitirmemi istediler, bende tamam deyip aynı duaları okumalarını istedim. Ve ben gönderme duasına başladım, okudum duayı ama bir terslik vardı. -"Burada mısın?" dediğimde hala fincan hareket ediyor, bir şeyler yazıyordu. Ve duayı tekrar tekrar okumaya devam ediyordum, en sonunda başarmıştım. Gitmişti ama öğrendiklerim beni korkutmaya başlamıştı. Ben ruh daveti diye biliyordum, cinler tarafından kandırıldığımın geç farkına varmıştım. Bu yola başladığımda ruh ne kadar tehlikeli olabilir ki? bir de tanıdıklarımızın ruhunu çağırıyordum. Ama fincanda ki cinin itirafından sonra bir araştırma yapmıştım ve tamamen doğruydu. Ruh daveti diye bir şey yoktu. Çünkü ruhlar hiçbir davete icabet etmezlermiş. Açıkçası cinlerle uğraşmak ne kadar doğru bilmiyordum, ama cinler beni daha da heyecanlandırmaya başlamıştı. Belli bir müddet ailem olayın şokunu atamamış, sus pus oturmaya başlamışlardı. Daha sonra da bana davet yapalım diye gelmediler çünkü cinleri kimse rahatsız etmek istemiyordu, tabii ben hariç. Bende belli bir müddet sessiz kaldım, düğünümüzü yaptık, İzmir'e geri döndük. Ben artık cinleri araştırmaya başlamıştım. Nedir, nerede yaşarlar, ne yerler, nasıllar, neye benzerler, nasıl hareket ederler? Sürekli araştırıyor, okuyordum. Hz. Allah diyordu ki; -"Ben insanları ve cinleri, yalnız bana ibadet etsinler diye yarattım." ama onlarda bizim gibiydi, bizlerde nasılsa aynı o şekilde. Bizlerden de ibadet edeni var, onlardan da. Bizlerden de sapkını var, onlardan da. İnsanın da Müslümanı, kafiri var, onların da. Bedensiz varlıklardır, dumansız ateşten yaratılmışlardır Allah onları görmemizi yasaklamış. Bu dünyada onlar bizi görecek biz onları göremeyeceğiz fakat ahirette tam tersi olacak bu durum. Cinlerin özelliklerine baktığımız zaman onlar bizden üstün gözüküyor. Çünkü onlar ışık hızı ile hareket ediyor ve aynı zamanda birkaç farklı mekânda bulunabiliyorlar. İnsanlara görünmeden vesvese vererek kandırabiliyorlar. Bir de bizlere musallat olma durumu var tabii, normalde insana görünmeleri, rahatsız etmeleri yasak ama bizler normal hayatımızda bilmeden onlara davet açabiliyoruz yani onların bize görünebilmesi için kapı açıyoruz. Bu nasıl oluyor, şöyle ki; rutin yaptığımız şeylerde davet var. Mesela: fal bakmak davet açmaktır, fal bakan bir insan özellikle bazı şeyleri bilenler o kapıyı açmış, cinin içeriye girmesine sebep olmuştur. Öyle ki fal baktığı esnada cin onunla ilişkiye girer ama fal bakanın ruhu bile duymaz, anlamaz. Mesela: evinizde ki nazar boncukları, günümüze kadar batıl inanç olarak gelmiş, evimizin her köşesine hatta arabalarımıza ve hatta çocuklarımızın üstüne kadar takarız. Hâlbuki mantıksız batıl inançlardan biri fakat çok tehlikeli bir işareti simgelemekte, bu işaret: tek gözü olan Deccal'i simgeler. Yıllarca şeytana hizmet etmişiz. Bu taktığımız nazar boncukları bir buçuk milyar kilometre ötedeki cinleri bile evimize davet eder. Şu andan itibaren evinizde ne kadar varsa kırın ve kurtulun. Bir de bu varlıklarla aynı ortamı kullanmaktayız, bizim evimiz ama aynı zamanda onlardan da yaşayan var. Gözümüzde perde var göremiyoruz, onlar bizi görebiliyor. Bir de zaman kavramımız ters, onların gecesi bizim gündüzümüz, onların gündüzü bizim gecemiz. Mesela: bizim kullandığımız oturma odası onların yatak odası olabilir, doğal olarak bizim tuvaletimiz de onların yemek yediği mutfak olabilir. Kimi kabileler pislik yiyerek beslenir, zulzula ve yakaza cinleri gibi. O yüzden tuvalete girmeden -"Yarabbi! Dişi ve erkek şeytanların şerrinden sana sığınırım." diye girmek lazım. Bu kelimeleri sarf etmeden girdiğimizde onlar orada ailece yemek yerken onların üstüne doğru hacet giderir ve uygunsuz yerlerinizi gösterirseniz onlarda musallat olurlar çünkü çok kindarlardır. Bizim bilmeden kızdırmamızın hiçbir önemi yoktur. Onlar insanlara ömrünün sonuna kadar musallat olabilirler, çünkü insanlardan ayrı bir özelliği de çok uzun yıllar yaşayabilmesidir. İki ila dört bin yıl arası ömürleri vardır. Bu merakım hiç son bulmadı ve sürekli arayışlar içerisindeydim taki evlenene kadar. Yirmi üç yaşımda evlenmiştim yengemin amcasının kızı ile her şeyi unutmuştum aklıma bile gelmiyordu artık mutlu bir evliliğim oldu eşimle severek evlendim huzur dolu yaşıyordum bir sene sonra kızımız dünyaya geldi adını eylül Nisa koyduk artık dahada mutlu bir aileydik evlendikten sonra yine Yozgat a taşınmıştım memlekete geri dönüş yapmıştım eşimde Yozgat li idi zaten aradan iki sene geçmişti maddi durumlar bizi biraz zorluyordu evlenmeden bir yıl önce babamı kaybetmiştim ve destekçimiz pek olmadı baba olmayınca borçlarla başa çıkamıyordum aldığım asgari ücret yetmiyor Du ve İzmire abimin yanına inşaatta çalışmaya gittim ücret biraz daha fazlaydı beş altı ay çalışıp borçları düze çıkarıp geri gelicektim İzmir'de bir ay çalıştıktan sonra Manisa da tavuk çiftliği yapma işi almıştık çok uzun ve parası güzel bi isti kabul edip başlamak için manisaya geçtik inşaata yakın bi köyde abim boş bahçeli 2 odalı bi ev tuttu diğer işçilerle beraber kalıcaz yataklarimizi hazırladık düzeneği kurduk mutfak vesaire eşyalarımızi yerleştirdik uyuduk ve sabah işe gittik akşam paydosundan sonra köydeki kahveye gidiyoruz okey batak oynuyoruz sonra eve yatmaya rutin gidiyordu her şey bir gece uyurken davul zurna sesi gelmeye başladı köyde düğün olduğunu düşündüm evin tuvaleti dışarda idi uyanmisken tuvalete gitmek istedim avluya çıktığımda köyde düğün felah yoktu şok olmuştum o düğün bizim kiraladigimiz evin bahçesinde idi herşey rutindi hayatımda cinler aklıma bile gelmiyordu yıllardır baka kalmıştım normal bir düğün değildi bu küçüklü büyüklü insan siluetinde ayakları yerden kesik done done halay çekiyordu cinler davul zurna hiç durmuyordu ben hala girdiğim şokun etkisiyle onları seyrediyordum üç dört dakika seytettikten sonra aralarından biri beni halaya çağırdı ben ise sadece başımı sallayarak hayır diye bildim şoku atmıştım üstümden tuvalete gittim korkumu yenmistim tuhaf ama kimseyi uyandırma isteği bile gelmiyordu içimden sonra yatağıma döndüm uyumaya çalıştım gözüme uyku girmiyordu bir saat kadar daha sesler devam etti ve uzaklaştılar sabah olmuştu ise gitmek için uyandık kahvaltımızı yapıp yola çıktık ise başladık ve işçiler yakınıyor Du abim ve diğerleri ya sesten uyuyamadık gece saat 3 e kadar davul zurna ile düğün mü olur bu nasıl bir köy felan hemen konuşmalara dahil oldum düğünü köylülerin yapmadığını söyledim herkes ya kim yapıyordu abim ne cinler mi yapıyor diye gülümsedi bende tam üstüne bastın dedim gece tuvalete kalktım o düğün bizim evin bahçesinde idi ve düğünde insanlar değil cinler vardı kimisi inanmamış gibi yaptı kimisi korktu akşam ettik yine kahveye geldik bi kaç köylü ile tanışmıştık önceden olanlardan bahsettim onlarda ürpermişti ama bilgilerinin olmadığını söylediler saat bayağı ilerlemiş ti artık eve gitme vakti idi şakalaşarak eve gidiyorduk ama ben dün gece gördüklerimi unutamıyordum uyku girmiyordu gözüme gece yine tuvalete gitmek için yatağımdan kalktım abim ben ve iki işçi daha aynı odada kalıyorduk diğerleri yan odada ben kalkınca ayağa abim seslendi tuvalete mi gidiyorsun evet dedim dur bende geliyim dedi ben korkuyorum diye bana eşlik edecek sandım tuvalete yaklaştığımız da önce ben giriyim dedi şaşırdım sonra çıktı ve hemen yatağına döndü anladım ki korkmuştu küçükken merak ettiğim cinleri aleni görmüştüm tamam ürperiyordum ama tam anlamı ile korkmuyordum bi kaç gece daha farklı siuetlerde gördüm keçi kılığında yılan kılığında artık umursamıyordum unutmak istiyordum ve bi an önce inşaatı bitirip kızıma kavuşmak istiyordum çok özlemiştim onu ve eşimi bitmişti sonunda tekrar Yozgat'a dönmüştüm kızıma aileme kavuşmuştum biraz daha rahatlamistik maddi olarak bir mobilya mağazasında ise başlamıştım prim ve maaş usulü çalışıyordum yine cinleri unutmuştum her şey güzel gidiyordu işten eve evden işe ve aradan bir yıl geçti geceleri anlamsizca terliyordum asiri terleme ter saclarimdan suzuluyor goz kapaklarima doluyor ve uykudan uyaniyordum bir iki ay boule devam edince hastalik var diye korktum doktora gittim hic bisey cikmadi bir gun oturma odasinda uyuya kaldim ve o gece farkettimki oturma odasinda terleme olmadi ertesi gun yine denedim ve yine olmadi tuahfti yatak odasinda yattim yine terleme oldu biliyorum simdi diyeceksinizki oturma odasi soguktur bunun sicak ve sogukla alakasi yoktu zaten kis ayindaydik yine sabah isime gittim magaza duzenine baktiktan sonra pc basina gectim facebooktan bir mesaj aldım gamze adında bir bayan dan gelmişti bu mesaj iki gün önce bir profil resmi koymuştum ona istinaden yazmış 2009 yılında çekindiğim bi resmi profil resmi yapmıştım sen resminde nelerin kimlerin olduğunu biliyormusun diye bir mesaj merak ettim kendimce ne saçmalıyor bu dedim ve sordum ne olduğunu bana resmimi işaretleyip yollamıştı gördüklerim karşısında şok olmuştum resmi ve isaretledigi kısımları kitabın son sayfasına koyucam orada bir bayan beni gözetliyor ve birde çocuk vardı tabiki bunlar birer insan değildi şoku üzerimden attıktan sonra nedir bunlar diye sordum dedik ı senin durumun hiç iyi değil aile olmuşsun onlarla o senin esin oda çocuğun dedim ki ne yapmam gerek bana hani şehirde olduğumu sordu bende Yozgat dedim kendisi ordu da adliyede çalışıyordu çok güzel dedi Yozgat adliyesini biliyormusun dedi mağazanın tam karşısında idi evet dedim oraya git orada Cüneyt hoca var onu bul dedi ve benim yolladığım ı söyle bende arıyorum dedi tamam dedim mağaza müdüründen izin aldım adliyeye çıktım hemen sordum baş katipmis hemen buldum selam verdim gel bakalım dedi gamze hanım aramış zaten ben bişey anlatmadım sen dedi geceleri aşırı terliyorsun yüz üstü uyuyabiliyorsun ancak başka türlü uykuya dalamiyorsun sol kolunda sürekli uyuşma oluyor banyoda çok uzun kalıyorsun hepsine evet diyebildim ama bunları nerden bilebilirdi anlam veremedim bana çarşamba günü müsait olup olmadığımı sordu bende müsaitim dedim saat 5 ten sonra senin evinde görüşelim dedi daha iki gün vardı ve heyecanla bekliyordum gamzeye sorular soruyordum sen nerden tanıyorsun bu hocayı felan daha önce onuda kurtarmış bir tesadüf ile benimde kurtulmama sebep olacağı için şok sevindiğini felan söylüyordu bende sürekli teşekkür ediyordum zira eşimin beni cinli biri olarak düşünmesini istemiyordum onlarında korkmasıni etkilenmesini istemiyordum neyse o gün gelmişti hoca beni aradı ben eşimi ve kızımı annesi gile yollamıştım korkmasinlar diye hocayı çarşıdan aldım ve eve geçtik salona oturduk cebinden tütsü çıkardı ve sehpanın üstünde yaktı bide sigara yaktık adam çok sakin kendinden emin biriydi kola meyve suyu sigara derken mevzuya direk daldı dediki ben gözümü kapatıcam dualar okuycam geldiklerinde haber ver dedi içimden diyorum ki evde ikimiz varız kim gelecek duaları okurken salonun kapısından içeri beyaz elbiseli uzun boylu saçları sim siyah ve uzun çok güzel bir bayan bir eliyle bir çocuğu tutuyor diğer eliyle başka bir çocuğu el ele giriyorlar ve bir çocukta elleri cebinde içeri giriyor ben çok şaşırdım hocam geldiler diye bildim tarif et dedi kaç kişiler dedi tek tek tarif ettim iki çocuk sürekli elini tutuyordu ve sakindiler ama diğer çocuk çok yaramaz Di sağa sola gidiyor geliyor salonu tavaf ediyordu sanki kanepelerin üstünde geziyor munzur yaramaz bi çocuktu hoca direk konuşmuyordu onlarla