[ 1 : Tam Burada, Başlangıç Noktamızda ]**
Hayatımın benim için büyük bir kısmında şöyle deyip durdum; hey insanlar! Sizden pek hoşlanmıyorum, hatta hiç, hiç hoşlanmıyorum. Bu yüzden o lanet kıçlarınızı benimkinden uzak tutun!
Nefret dolu olduğum falan yoktu, pek tabii, onlardan sadece biraz hoşlanmadığımı söyledim. Sonuçta bir şekilde hayatı yapayalnız da geçiremezdim ve bu da tanrının insanlığı sosyal bir yaratık olarak yaratmak isteyivermesinin bir sonucuydu. Belki bunu istemeyen kullarının varlığından bir haberdi belki yarattıklarının ne düşündüğü zerre umurunda değildi ve belki de tanrı falan yoktu. Bilmiyorum, varlığı ve yokluğu hiçbir zaman işime yarar bir güç olmamıştı. Sanırım beni çoktan unutmuştu ve benim de onu unutmuş olmamı pek önemsememeliydi.
Bu yüzden uzun gözlemler sonucu bir karar aldım. Eh, madem sosyal bir varlık olarak yaratılmıştım ve yalnızlık bir süre sonra beni içten içe delirecekti; o halde hayatıma sadece birkaç kafa soksam benim için yeterliydi. Çok değil, ah, kesinlikle çok değil. Çünkü akıllı insanlar bunu kesinlikle bilir, ne kadar çok insan o kadar çok baş ağrısı demektir.
En azından ben biliyorum.
İşte, onları hayatıma teker teker almam tam olarak böyle bir fikirden filizleniverdi. Bu bilinçli olarak yaptığım bir şey de sayılmazdı fakat benden nasibini alan ilk kişi Hoseok oldu. Üçüncü sınıftaydık, yüzünü hatırlayamadığım sınıf öğretmenimiz yanıma sessiz bir çocuk oturtmuştu. Yani ben öyle olduğunu düşünüyordum çünkü ilk başta oldukça sessiz ve sevimli bir şeye benziyordu, bunun sadece yabancılara gösterdiği bir maske olduğunu anlamamsa çok uzun sürmedi. Hoseok tam bir şeytandı. Şu iki bacaklı, yüzünde kimsenin karşı koyamadığı yatıştırıcı bir gülümseme olan ve attığı ışıltılı bakışlarla ruhunuz bile duymadan kendi canınızı seve seve onun eline teslim etmenize neden olan türden, türünün tek örneğiydi. Bir kere adamın yüzündeki gamzeleri gördünüz mü? Evet, aynen. O sevimli suratıyla bir anda hayatıma dalıvermişti işte. Aynı sokakta oturuyorduk, annem onun bir numaralı fanı falandı ve benim de onu kabul etmemem için hiçbir sebep yoktu.
İkinci ve ilkinden hiç aşağı kalır yanı olmayan kurbanım ise Hoseok'la ben beşinci sınıfta giderken sokağın diğer ucuna tanışıp da bizimle aynı sınıfa düşen esmer velet oldu; Kim Taehyung. Pekala, ondan kurbanım olarak bahsetmem ne kadar doğru bilemiyorum çünkü etrafta kurban olan birini ararsanız eğer, bunun o kişi olmadığını açıkça görebilirsiniz.
İşte, bu kadardı.
Yani ben öyle olduğunu, insanlarla olan kotamı doldurduğumu düşünüyordum ki...liseye geçtik. Ve sonra bir şekilde, hayatıma diğerleri de giriverdi. Bunu da bilinçli bir şekilde yapmamıştım, sahi, Taehyung'un basket takımından olan bir üst sınıflardan Yoongi ve Namjoon üç kişilik grubumuza birer sandalye daha çeken ilk kişilerdi. Ve sonra Hoseok'un orada ne halt yediğini asla bilmediğim edebiyat kulübünden Seokjin, hiç zorlanmadan, sanki masanın başındaki boş sandalye onunmuş gibi elini kolunu sallaya sallaya gittikçe genişleyen alanıma giriverdi. En sonunda da o geldi.
Lisenin ilk yılında, artık benim de bir kulübe katılmam gerektiğine karar verdikten hemen sonrasıydı. Dans kulübüne ait olan salona giriş yaptığım ilk saniyede aynada gözlerimiz kesişmişti ve yüzündeki terli gülümseme aynen şöyleydi; hey, işte şimdi yaktım çıranı.
O aptal sıçanın başıma böyle belalar açacağını bilseydim her şeyi o gün, o salonda bırakır ve ayaklarımı kıçıma vura vura kaçardım. Yani, sanırım. Ondan biraz, sadece birazcık, bahsetmeme izin verin; Adı Jungkook. Onun minik, benimse minicik olduğum bir dönemde es kaza tanışıverdik ve bu tanışıklık onun o aptal derecede sevimli gülümsemeleri, dans ederken sürekli aynadaki silüetimi takip eden tutkulu gözleri, benim arkadaşlarımı, bakın altını çiziyorum, benim arkadaşlarımı kolayca etkisine alan o lanet aurası yüzünden sadece bir tanışıklık olarak kalmamış; artık tıka basa dolu olduğuna inandığım minik masama adeta bir meteor gibi düşmüştü. Ah, hayır hayır, Jeon Jungkook elinde bir sandalyeyle usulca yaklaşıp yerine oturmadan önce size utangaç bir selamlama vermezdi. O sadece bir anda gelir ve masanın çevresine değil, masanın tam da üzerine oturuverirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sidereal • jikook
FanfictionŞansın kapısını çalacağı günü bekleyip durdu fakat kapısını çalan tek şey Jeon Jungkook ve elinde kendi bahçelerinden kopardığına emin olduğu kırık papatyalarıydı. jeon jungkook x park jimin