[ 6 : Duvarın Tepesinde El Ele İzlediğimiz Gün Batımlarına]
--kontrol etmedim, hatalarım varsa affola, keyifli okumalar.♡--
Okuduğum kitaplarda hoşuma giden cümlelerin yanına renkli işaret bantları yapıştırmaya lise zamanlarımda başlamıştım. Kendi iç dünyama döndüğümde bana anlamlı gelecek cümleleri, beni üzen, yıkan, belki çok mutlu eden ve belki okurken bir anlık huzura boğulduğum satırlar için tonlarca gök kuşağı tonu yapıştırdım sayfaların kenarına. Böylece defalarca kez geri dönüp aynı noktayı tekrar tekrar okuyor, bazı cümleleri ise artık ezbere biliyordum ve o güneşli günlerde, gözlerimi yabancı bir yatakta aşinası olduğum o en tanıdık kokuyla sarıp sarmalanmışken açtıktan bir süre sonra, belki beş saat belki altı belki de daha çok bilemiyorum, zihnimin kuytu köşelerine saklanmış dosyalar etrafa saçılıverdi ve binlercesinin arasından yalnızca biri, yanlış hatırlamıyorsam mavi bir yapışkanlı işaret bandıyla iki yıl kadar önce işaretlediğim o cümle göz perdemin arkasından çıkagelerek beynimin en görünür kısmına yerleşiverdi.
'Karşımda gücümün yetmediği bir taş duvar var diye büsbütün boyun eğmeye de razı olamam,' diyordu Dostoyevski uzun bir paragrafın sonunda. Fantazya dünyasından çıkıp klasiklere yöneldiğim ilk zamanlardı ve ben de henüz adım attığım bu dünyada gözlerimi kırpmadan satırlar arasında geziniyor, nasıl yüce zihinlerden çıktığını kavrayamadığım cümleleri hayretle takip ediyordum. Evet demiştim, işte bu. Boyun eğmek zorunda değilim, konu ne olursa olsun. Bir coşkuyla bandı cümlenin geçtiği paragrafa yapıştırmıştım ve kitap bitene kadar da daha onlarca ve belki yüzlercesini kitabın sayfalarına bırakmıştım. Fakat o zamanlar bunlar sadece bana inanılmaz derecede güzel ve haklı gelen cümlelerden ibaretlerdi. Ve hadi ama, şu insanların dilinden düşürmediği üstadlardan birinin kitabını avuçlarımda tutuyordum, neyin altını çizersem çizeyim son derecede haklı olduğunu, hayatımın ipini bir yerden yakalayıverdiğini düşünürdüm.
Fakat bugün, Jeju adasının yapış yapış ve tuzlu havasını soluyup elime akan dondurmamı hızla bitirmeye çalışırken zihnimde yankılanan cümledeki taş duvar Dostoyevski'ninkinden farklıydı. Benim için yoluma taş, hatta moloz yığınlarından koca bir duvar olabilecek en yegane şey aptal bir sıçandan ibaretti. Abarttığımı düşünüyor olabilirsiniz ama hey; henüz gençliğimin orta basamaklarındayken kendime dert edineceğim şeylerin sırası pek kabarık değil ve evet, elbette konumuza geri dönecek olursak size bunu söylemekten çekinecek değilim; Jeon Jungkook kaç defa tüm kuvvetimle omuz attığımı bir damla bile umursamayan koca bir duvar. Çatlaklarında lavantalar yetişmiş, sızıntılarından güneş ışığını tenime çarpan ve ulaşamadığım en tepesinde de mavinin tüm güzel tonlarını bana saklamış koskocaman bir engel ve ben onunla ne yapmam gerektiğini kesinlikle bilmiyorum.
Kokusu her yanımı sarmışken ona gücümü yetiremiyordum ve boyun eğmeye razı mıyım, bundan da hiç emin değildim. Gittikçe derinlere batıp da dibi boylamadan önce neden beni böylesine düşündürdüğüne açıklık getirmeliyim, sanırım.
Kısa tatilimizin ikinci ve bizim Minhyuk'la tatsız(?) karşılaşmamızın ertesi günü Jungkook'un etrafa keskin bıçaklar fırlatan bakışları ve hemen yanımda bir gölge gibi dolanmasının nedenini anlıyordum, anlıyordum fakat buna kıskançlık demek nedense dilimin pürüzüne takılıyor, beni de tıpkı Jungkook gibi geriyordu. Minhyuk ve Jungkook'un lise yıllarında da öyle iyi bir ilişkisi yoktu. Minhyuk benden hoşlanıyordu, Jungkook bu gerçekten o zamanlarda bile nefret ediyor ve ikimizin yan yana geldiği her anda kuzguni gözleriyle aramızda beliriyordu. Pek tabii, benim de Minhyuk'tan hoşlandığım falan yoktu ve daha önce de benden hoşlanan kişiler olmuştu ama hiçbiri onunki kadar uzun süreli olmamıştı ve hiçbiri de Jungkook'un bu aptal korumacı tavrından Minhyuk kadar payını almamıştı. Sonucunda ben sadece çocukla arkadaş sınırını geçmemekle yetiniyor ama bunu Jungkook'a asla kabul ettiremiyordum. İşte bu yüzden, Minhyuk'la asla onun istediği gibi bir ilişkiye başlamamış olsak da tarihin yeniden yazılıp da Jungkook'un keskin bakışlarının hedefi yine aynı kişi olurken nedenini elbette anlayabiliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sidereal • jikook
FanfictionŞansın kapısını çalacağı günü bekleyip durdu fakat kapısını çalan tek şey Jeon Jungkook ve elinde kendi bahçelerinden kopardığına emin olduğu kırık papatyalarıydı. jeon jungkook x park jimin