[2 : Bal Gibi Bildiğimiz Gözü Kapalı Gerçekler ]
Yoongi'ye göre enerji tüketmesini gerektirecek her aktivite sonunda ona buna değecek bir bedel vaat etmeliydi. Basketbol oynayarak kendi terinde yüzüyorsa birinci olmalıydı, evden çıkıp köpeğini yürüyüşe götürmüşse dönüşte mutlaka iki cadde aşağıdaki pastaneden incirli ve bademli kurabiyelerden almalıydı, eğer birini seviyorsa önce kendisi sevilecek biri olmalıydı ve en önemlisi, birinin hayatında büyük bir yer kaplamak istiyorsa küçük bir göt deliği gibi davranmayı acilen kesmeliydi. Bu listeyi ömrümün sonuna kadar uzatabileceğimi biliyordum, elbette, Min Yoongi ve onun içinde neler döndüğünü kimsenin bilmediği karmaşık zihni bir nefes arkamda olmaya devam ettikçe bunu yapabilirdim. Fakat o an, yani yaz tatilinin üçüncü haftası ve leş gibi sıcak olan bir öğle vakti, bunun o kadar da öncelikli bir liste olduğunu düşünmüyordum.
Size ondan biraz daha ayrıntılı bahsetmeme izin verin; Min-Bana-Karışmadan-Ne-Bok-Yersen-Ye-Yoongi, namı diğer en yakın arkadaşım fakat bunu diğerleri özellikle de Hoseok duyarsa başıma çokta hoş şeyler gelmeyeceğini bildiğimden fazla uzatmamalıyım. Onu lisenin ilk yılından beri tanıyorum ve bilmenizi isterim ki Hoseok ve Taehyung'un aksine aradığım tüm özellikleri barındırıyordu -sadece onlar gibi iki bacaklı bir şeytan olmayışı bile yeterliydi aslında- ; beni sessizce dinliyor, kendimi kandırmama izin vermeden tüm gerçekleri büsbütün çıplaklıklarıyla dilimin ucundan alıveriyordu, dondurmalarımı çalmıyor hatta evime gelirken incirli ve cevizli kurabiyelerinden getiriyordu, tamam bunu daha çok annem için yapıyordu fakat, her neyse, küçük grubumuz içinde en mantıklı cevapları veriyor, kaleyi içten yöneten bir beyin gibi her an yanımda olmayı başarıyordu ve eh, öfke problemlerini ve mükemmeliyetçi bir manyak olduğunu saymazsak Min Yoongi aradığım her şeyden bünyesinde eser miktarda barındırıyordu fakat nedendir bilinmez, o iğrenç yaz sıcağının en çileden çıkaran saatlerinde fazla sessizdi. Gözlerinden geçen dalgın karışıklık da dikkatimi çekmişti fakat o saniyelerde bilmediğim bir şey vardı; aynı karmaşık hareler çok yakın bir zamanda benim gözlerimi de böyle dalga dalga kuşatacaktı fakat evet, az önce Hoseok'la basketbol oynarken sinirden köpürmeyen kendisi değilmiş gibi şimdi dizlerini kafasını yaslayan çocuğun saçlarını usulca okşuyor, bunu yaparken göz göze geldiğimiz birkaç saniyede de gözlerimi üzerinden çekmem için kısık gözlerini daha da kısıyordu.
"Sen de benim saçlarımı sevsene."
Ah, bir de aptal sıçan Jeon. Sahanın tellerine sırtımı yaslayıp bacaklarımı da karnıma çektiğim o anlarda sağ omzumda dinlendirdiği kafasını hafifçe omzuma sürttü. Hemen sonrasında ise sol omzumdan bir ses yükseldi. "Benimkileri onunkinden daha çok sev." Taehyung, kucağımda öylece duran sol elimi alıp kafasına yerleştirdi ve hemen sonrasında, "Hatta onu boş ver sadece benim saçlarımı sev." Dediğindeyse Jungkook'tan koca bir homurdanma yükseldi fakat Taehyung'un aksine elimi saçları arasına yerleştirmedi. Bunun yerine kollarını göğsünde birleştirip kafasını omzumdan kaldırdı ve yüzünde hiçte bile sevimli durmayan büzülmüş dudaklarıyla Seokjin'e nasıl basket atılacağını göstermeye çalışan Namjoon'u izlemeye devam etti.
Fakat fazla uzun sürmedi.
Siyah küreleri yapmacık bir hoşnutsuzlukla yüzümün her noktasında dolanırken, "Burası dayanamayıp kafamı tekrar omzuna yaslayıp saçlarımı sevmeye başladığın yer," burnunu kırıştırdı, "hiçbir şey bilmiyorsun Park Jimin."**
"Dayanamayacağımı da nereden çıkardın?"
"Çünkü bana bayılıyorsun," omzunu silktikten hemen sonra derin bir nefes vererek kafasını omzuma tekrar yasladı. "Ama sen hiç yorulma, bak kafamı senin için tekrar omzuna koydum. Şimdi sadece sev beni,"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sidereal • jikook
FanfictionŞansın kapısını çalacağı günü bekleyip durdu fakat kapısını çalan tek şey Jeon Jungkook ve elinde kendi bahçelerinden kopardığına emin olduğu kırık papatyalarıydı. jeon jungkook x park jimin