Bir yandan da düşünmeden edemiyordum. Polisiye romanlarını, dedektifliği çok severim ve hep oradaki karakterlere özenirdim. Bu benim bir yandan da işime gelmiş gibi hissediyordum. Evet kabul ediyorum, biraz bencil bir düşünce olabilir. Aslında bunu istemsizce düşünüp daha sonrasında bende kendime kızıyorum. Artık kendi kendimle konuşuyorum. Önceden de konuşuyordum ama artık daha çok, hatta sürekli konuşuyorum. Bana kalırsa bu iyi bir şey. Yani psikolojik tarafından iyi mi kötü mü orasını bilemem ama oldukça güzel bir şey. Hem bir insanın kendisinden başka tamamen güvenebileceği birisi yoktur bence. Tabii ki ailelerimiz var ama bu devirde onlara kesin olarak güvenilebileceği savunulamıyor maalesef. Haberler çocuğunu, kardeşini, babasını, annesini ve diğer akrabalarını öldüren it kopuklar ile dolu. Saatlerce kendi kendime dertleşebiliyorum. Tamam belki bazen konuşacak konu bulamıyorum ama olsun o zamanda hal hatır soruyorum kendime. Oradan illa bir yerden konu açılıyor.Yine kendi kendime konuşurken aklıma ortaokulda yaptığım bir şey gelmişti. Aslına bakarsanız yaptığım değil yaptığımız bir şey. Tam olarak neden yaptık benimde bir fikrim yok. Her neyse anlatayım. Bir kız ile kavga etmiştik ve o kızdan intikam almamız gerekiyordu. Kız gerçekten sıkıntılı bir kızdı. Tanımadığı insanlarla sevgili ya da arkadaş oluyordu. Tabii ki biz bunu daha sonrasında öğrendik. İnstagram'da bir erkek hesabı açtık ve bu kıza yazmaya başladık. Hesabın ismi Taner Karaman'dı, hala unutamıyorum. Bu ismi de biz uydurmuştuk. Bu hesaptan kıza biraz yürüdük ama kız gerçek olmadığımız konusunda hiçbir şey anlamadı. Aradan bir gün falan geçti, kızla ben konuşmaya başladım yine Taner hesabından. Daha sonrasında olmayan birisiyle sevgili oldu, yani bizle. Kız ayrılacak gibi oldu ve saçma saçma konuşmaya başlayınca asıl planımızı uygulamaya başladık. Bir hesap daha açmıştık ama bu bir kız hesabıydı. Yine her şeyi planladığımız gibi yaptık. Taner o yeni açtığımız hesaptaki kıza çıkma teklifi edecekti kız da kabul edecekti. Bu yazışmaların ekran görüntülerini aldım ve o salak olan kıza attım Taner hesabından. Kız fazla tepki göstermedi sövüp engelledi. Daha devamında kıza onların yalan olduğunu, onu kıskandırmak için yaptığımızı falan anlatıp tekrar Taner'le sevgili yaptık. Sonrasında kız hala hiçbir şey anlamadı ve sürdürdük bizde. Kız gerçekten tanımadığı birisiyle sevgili olmuştu, tanımadığı biriyle arkadaş olmuştu. Gerçekten çok saçma. Her şey plana uygun bir şekilde adeta bir senaryo gibi ilerliyordu. Bunu yapması o zamanlar çok eğlenceli geliyordu ama şimdi düşününce birazcık kendime küfür ettim. Nasıl bu kadar vicdansız olabilmişiz acaba ? Ama bu sonrasında kıza büyük bir ders olmuştur diye umut ediyorum.
Gözlerimi açtım. Biraz başım ağrıyordu, odaya çok ışık giriyordu. Bugünün güzel bir gün olmasını dileyerek yatağımdan hızla kalktım. Telefonumun tuşuna bastım, saat 13' e yaklaşıyordu. Çok geç olduğunu anladım ve hızla üstümü giyindim. Mutfağa girdim, dolabı açtım. Dolap neredeyse boştu, sonrasında dışarıda bir şeyler yerim diye düşünerek evden çıktım. Dün gittiğim markete gidiyordum yine, görüntüleri alacaktım. Hızlı adımlarla merdivenlerden indim. Markete doğru yol aldım.
Markete gelmiştim, ilk girdiğimde dünkü adamı göremediğimden biraz garipseyerek etrafa baktım. Kasiyere adamı tarif ettim. Anladığı mimiklerinden ve hareketlerinden belli oluyordu. "O bugün gelmedi." dedi. Açıkcası oldukça şaşırmıştım, bana söz vermişti. Anlaşmıştık, bugün verecekti o görüntüleri bana. Şimdi neden gelmemişti peki ? Aklımdan birçok senaryo geçiyordu neden gelmediğini dair. Ve pek iyi senaryolar değildi açıkçası. Bi an korktum. Kasiyere "Gelip gelemeyeceğini öğrenemez misiniz?" diye sordum. Kötü gözlerle bana baktı. "Aradım, telefonu kapalı." dedi. Hayır bu olamaz. Umarım başına bir şey gelmemiştir. Eğer geldiyse gerçekten kötü şeyler olacak. Çok kötü şeyler olacak...Düşünüyordum. Ne yapacağımı, neden böyle olduğunu, bu ürkütücü ve korkunç işlerin içerisinden nasıl çıkacağımı düşünüyordum. Aslında bir insanı en fazla ruhsal zarara uğratacak şey nedir biliyor musunuz? "Düşünmek" İlk başta saçma gelebilir ama fark ettiyseniz düşünemeyen tüm insanlar ebedi, sonsuz bir mutluluk içindedir. Bazen bende diyorum, keşke düşünemesem diye. Ama olmuyor, düşünmemeye çalıştıkça daha çok düşünüyorum. Kurtulamıyorum bu illetten. Bir şey fark ettim, sanırım en az Elif ' e bağımlılığım kadar düşünmeye de bağımlıyım. Emin olun bu hiç hoş ve güzel bir şey değil.
Kasiyerden o adamın ev adresini istedim. İlk başta biraz vermekten çekinsede en sonunda alabildim evinin adresini. Belime, kemerin iç kısmına ve sağ tarafıma, eski ama bir o kadar da müthiş gözüken silahımı taktım. Tabii önemli olan görüntüsü değildi. Fakat hiçbir işe yaramasa dahi bana güven veriyordu. Nedendir bilmem ama daha da bir özgüvenli oluyordum. Silahımın oldukça az mermisi vardı. Çok eski mermilerde bunlar. Boş yere harcamamalı, çar çur etmemeliydim. Adamın evine geldiğimde açıkçası biraz garipsedim. Dikkatli olmaya çalışıyordum, arabanın kapısını yavaşça kapattım. Oldukça kuytu bir mahalleydi. Evler birbirine çok yakındı, neredeyse yola bir araba bile zor sığıyordu. Bunu gördüğümden dolayı tam olarak sokağa girmeden arabamı dikkat çekmeyen, fazla görünmeyen ve acil durumlarda hızlı bir şekilde ulaşabileceğim bir yere park etmiştim. Tedirgindim, hatta korkuyordum. Bana bir şey olmasından değil, benim yüzümden en değerlilerime, en sevdiklerime bir zarar gelmesinden, onların üzülmesinden, endişelenmesinden, ürkmesinden korkuyordum. Onları hayal kırıklığına uğratmaktan, umutsuzluğa düşürmekten korkuyordum. Günlerdir çabam bünün için değil miydi zaten? Onları kurtaramamaktan korkuyordum.
Evler eskiydi. Mimariden anladığım kadarıyla yirminci yüzyıldan kalma evler. Dar, uzun, eski, ürkütücü bir sokak. Kasiyerden aldığıma göre adamın evinin numarası dokuzdu. En azından bana öyle demişti. Hafif esen rüzgar saçlarımı dalgalandırırken yavaş yavaş, bir o kadar da dikkatli, kulaklarımı dört açarak yürümeye başladım. Etraf sessizdi. Tek duyduğum çok uzaklardan gelen çocuk sesleri. Çocuklar... Ne güzeller. Sadece oyun oynuyorlar. Dert Yok, tasa yok. Sadece oyun. Tek üzüntüleri annelerinin istediği oyuncakları almamaları. Hep özenirim çocuklara... Hep derim, keşke büyümeseydim. Ama büyüdüm. Maalesef ki büyüdüm.
Bir elim silahıma temas ederek, silahımdan adeta güç alarak ilerliyordum. Aklımda milyonlarca olma olasılığı olan, hatta yüksek olan kötü, berbat düşünceler geçiyordu.
Bu hayattan öğrendiğim kadarıyla akıllı bir insanın her şeyden şüphelenmesi gerekir. En güvendiğinden bile, en olmaz dediğinin olma olasılığını düşünmeli, her şeyin altında bir şey aramalı, şüphelenmelidir. Bu, her zaman hata payını azaltır, olan şeyler karşısında şaşırma duyunu azaltır ve olanlara karşı seni önceden hazırladığı için devamında doğru bir yol izleyip üstesinden getirebilir. Yine bu fikirle yoluma devam ederken bir yandan da market kasiyerinin, marketteki o kaybolan adamın ve marketin bu olayların inandırıcılığında bir piyon gibi kullanılan, basit görünen ama bir o kadar da etkili bir silah olup olamayacağını düşünüyordum.
Ya gerçekten öyleyse. Bunların hepsi bir kurmacaysa, her şey yalansa. Belki de adamın evi diye gittiğim yerde beni de yakalayacaklar. Bana da işkence yapacaklar. Ama işin kötüsü şu ki; gitmeden ne olacağını bilemem. Yani tek yapabileceğim, gerçekten tedbirli bir şekilde gitmek. Ve sanırım hiçbir tedbir almadım.
Bunları düşünürken biraz daha hızlandım. Dokuz numaralı evi arıyordum. Bulunduğum tarafta ikiden başlayarak numaraları çifter çifter ilerleyen, sadece dışına baktığınızda bile burnunuza rutubet kokusu gelen evler vardı. Numarası tek sayı olan evler karşı taraftaydı. Kısa yoldan karşıya geçtim. Eski ve alçak kaldırımların üzerine küçük bir ayak hareketi ile çıktım. Daha sonra birbirine bitişik evleri takip ettim. Yanımda üç numaralı ev vardı. Biraz daha ilerledim. Sonunda dokuz numaralı eve gelmiştim. Bu ev, diğerlerine göre biraz daha yeni gibiydi sanki. Daha yüksekti, yeni yapıldığı belli oluyordu. En azından üzerine daha sonradan kat çıkıldığı oldukça belliydi. Fakat yine oldukça pis görünüyordu. Kağıtta yazan adrese tekrar baktım. Dokuz numaralı ev dokuzuncu daire yazan kısma tekrar göz attım ve emin olduktan sonra içeri yavaş adımlarla girmeye çalıştım. Dış kapısı yine bina gibi eskiydi. Kahverengi bir kapı vardı. Yanında yemi gibi görünen ziller vardı. O kadar eski bina arasından neden yeni görünümlü olmasa da tadilata uğramış bir bina var diye düşünüyordum. Zillerin üzerinde isim yazmıyordu. Rastgele basmam tehlikeli olabilirdi, dikkat çekmek istemediğimden basmadım. Peki ama bu kapıyı nasıl açacaktım? Aklıma kart geldi. Basit bir kartla açılabilir miydi acaba? Cüzdanımı çıkardım. Eski bir kartı gözüme kestirdim Denedim. Kart girmedi bile. Yapabileceğim hiçbir şey kalmamıştı sanırım. En azından şu anlık öyle düşünüyordum. Aklıma başka bir fikir geldi. Bekleyecektim. Zor ve zahmetli olacak biliyorum ama başka çaremde yok. Görünmeyen bir köşeye gittim ve tozlu bir taşın üzerine oturdum. Evi izlemeye başladım. Bu sırada da yapabileceklerimi, olabilecekleri ve ne yapacağımı düşünüyordum. Bekliyordum. Her zamanki gibi bekliyordum. İçimdeki parçalanmak üzere olan, azcık kalan umutlarım için bekliyordum. Birinin çıkıp girmesini bekliyordum. Yine kendimle baş başa. Kendi kendime konuşarak başladım beklemeye. Sonu belli olmayan bir bekleme...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HER ŞEY BİTTİ Mİ?
Короткий рассказGece değişik sesler duymaya başlamıştı,ürkmüştü.Yavaşca kalktı.Yanındaki sopayı eline aldı ve ilerlemeye başladı... Mete üniversiteye giden yirmili yaşlarda biriydi.Son zamanlarda garip tehditler alıyordu.Bunun üzerine birde sorunsuz ilerleyen i...