Etrafımız sarılmıştı. Sanki binlerce kırmızı göz karanlıkta parlayan ateş böcekleri gibi yanıp sönüyordu. Başımız gerçekten beladaydi ve o an tek düşündüğüm şey Dean'in bir yıl boyunca burada ne yaptığı oldu. Peki şimdi burada olsaydı ne yapardı? Nasıl kurtulacaktık bu girdaptan?
Hiçbiri saldırmıyordu, ama neden?
"Şimdi ne yapacağız? Hiç bu kadarıyla karşı karşıya kalmamıştım."
"Benim Dűnya'ma hoş geldin. Bir yolunu bulacağım, güven bana."
Ona, bana güvenmesini söylüyordum ama aklımdaki planların hiçbiri uyarlanabilecek türden değildi. Dean ve ben olaya bodoslama dalan tiplerdik ve sonucunu pek de düşünmüyorduk açıkçası. Şimdi ise durum farklıydı. Lana'yı güvende ve hayatta tutmak zorundaydım. Sonunda ne yapacağıma karar vermiştim. Rowena'dan öğrendiğim bir büyü vardı ve elimdeki bombayı onların hepsini kör edip bize kaçmaya vakit yaratacak kadar geliştirebilirdim. Yani umuyordum.
"Sana söylediğimde gözlerini sımsıkı kapat ve ellerinle başına siper al. Ben onaylayana kadar da sakın açma. Bize zarar vermeyeceğinden emin değilim ama bu bize kaçmak için yeterli süreyi verir."
Elimdeki pimi çekilmiş bombaya iri gözleriyle korku içinde bakıyordu. Yüz hatları gerçekten çok güzeldi. Cesur ve güzel... Onu ağacın dibine yatırıp, cenin pozisyonu almasını sağladım. Lâtince duanın kelimelerini söyledikçe elimdeki bombanın rengi değişiyordu. Son sözü söyleyip o lanet olasıların tam ortasına fırlattım.
"Şimdi Lana."
Büyük bir gürültü ile patlayan bomba etrafı gündüze çevirmişti resmen. O toz dumanın arasında yaratıkların çığlıkları duyuluyordu. Lana'yı tutup yerden kaldırdım ve var gücümüzle koşmaya başladık. Göğüs kafesiniz patlayacak kadar yanıyordu.
"Orada ne yaptın öyle?"
"Bir büyü. Tanrı Latince'yi korusun!"
"Bu harikaydı."
"Eğlendiğine sevindim. Peşimize düşmeden yola devam etmeliyiz."
"Tamam, bu taraftan."
"Önce, seninle birkaç dakika konuşabilir miyim? Bir şeyi açıklığa kavuşturmak zorundayız, seni kandırmak istemiyorum."
"Sen neden bahsediyorsun Sam?"
"Lana... Buraya o kristali bulmak için geldim ve onu almak zorundayım. Ne pahasına olursa olsun!"
"Şaka yapıyorsun değil mi?"
"Üzgünüm ama hayır. Sana her şeyi anlatacağım ve eminim ki bana hak vereceksin."
"Özgüvenenine hayran kaldım."
"Bana sadece birkaç dakika ver ve sana neden ona ihtiyacım olduğunu anlatayım."
"Dinlemek istediğimden değil, sadece meraktan soruyorum. Neden?"
"Hiç Incil'i okudun mu?"
"Azize gibi görünmeyebilirim ama evet, her sayfasını bilirim. Bunun konumuzla ne alakası var."
"Incil"de bahsedilen Lucifer ve Michael tamamen gerçek. Asırlar önce gerçekleşen savaş sonucunda Michael kardeşini kafes'e kapatmıştı ve olay duragana gitmişti. Ama onlar intikam almak için geri döndü ve şuan Dűnya'yı yok etmek için birlikte savaşıyorlar. Eğer istediklerini yaparlarsa artık Dünya diye bir yer kalmayacak. Hiç kimse, hiçbir yer... "
"Michael ve Lucifer mı? Bu kadarı çok fazla, sana inanmamı beklemiyorsun değil mi?"
"Bak kulağa çılgınca geldiğini biliyorum. Ben ve Dean onların gerçek bedenleriyiz. Bir kez her ıkimiz de onları bedenimizi kullanmak üzere izin verdik ve sonuç hiç iyi olmadı. Onu öldürüyordum. Karanlık beyinlerindeki o amacı ikimizde gördük. Tek istedikleri Baba'larının çok sevdiği, uğruna onları terk ettiği bu Dűnya'yı ve insanları yok edip her şeyi yeryüzünden silmek."
Elini başına koyup olduğu yere çöktü. Nasıl bir tepki vereceğini bilmiyordum. Kolay kolay kimsenin duyabileceği türden bir şey değildi ve şu ana kadar benden kaçmamış olması da bir umut ışığı yaratıyordu içimde. Üstelik ona anlattıklarım sadece buz dağının görünen kısmıydı. Şimdilik bu kadarını bilmesi ona yeterdi. Daha fazlasını kaldıramazdı.
"Dünya'nın ve insanlığın geleceği senin elinde Lana?
Titreyen sesiyle fısıldadı...
"Bunu yapamam. Onu kaybedemem Sam."
Bana anlatmadığı şeyler olduğunu biliyordum.
"Buraya gelmen kaza değildi, değil mi Lana?"
Özür dilercesine yüzüme baktı. Bende yanına çöktüm ve basını kollarımın arasına aldım. Dakikalarca öyle durduk, hıçkırıkları azalmıştı artık, derin bir nefes aldı ve ayağa kalkmak için hareketlendi.
"Sevdiğim adam ellerinde. Beni buraya o kristali alıp getirmem için yolladılar. Eğer geri götürmezsem onu öldürecekler. Buna izin veremem Sam, üzgünüm. Lütfen anla beni, yerimde sen olsan aynı şeyi yapmaz mıydın?"
Yapardım... Yaptım da. Sonra ne oldu biliyor musun? O gitti, her sey de onunla gitti. Yardım edemediğim onca insan gözlerimin önünde acı içinde öldüler. Bencilliğim yüzünden... Başımı yastığa her koyduğumda kabuslarımda benden hala hesap soruyorlar. Sevgilisine neler yapmış olabileceklerini tahmin bile edemiyorum ama geri döndüğünde kurtaracağım kimse kalmamış olabilir. Hala zamanımız varken bunu durdurmam için bana yardım et. Lütfen, sana yalvarıyorum."
Onu öldürmem gerekse bile o şeyi alacaktım. Bunu yapmak zorunda kalmamak için sadece dua ediyordum. Bu son konuşmamdı.
Gün ağarmak üzereydi, geçidin olduğu şelalenin sesi kulaklarımda yankılanıyordu. Neredeyse gelmiştik. Bir daha tek kelime etmedik, ne olacağını kestiremiyordum. Sessizce onu takip ederken, ikimizin de aklından geçen şeylerin aynı olduğunu düşünüyordum.
"Geldik..."
Dağın tepesinden gürüldeyerek akan suyu görüyordum ama bu resimde bir eksiklik var gibi geliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIK T'ARAF
FanfictionDünya'da birinin başına gelebilecek her kötü şey Sam ve Dean Winchester'ın başına gelmişti zaten. Bunun üstüne Cehennem, Cennet, Kafes ve bir de Araf'ta olanlar ekleniyordu. Araf'ı bambaşka bir bakış açısından görmek isterseniz, içeri buyrun! Super...