Gülmek... Etraflarını saran ve üzerilerine nişan almış elleri silahlı askerleri görünce içinden gelen tek şey gülmek oldu. Gördükleri ve duydukları sinirlerinin bozulmasına yol açmıştı. Bu yüzden yanlarına gelen iri yarı adamın varlığı ancak bir süre sonra fark etti. Gözlerini adamın üzerine çevirdiğinde Andrei ile tokalaşıyordu. Ardından kendini tanıttı. "Ben Çavuş Artyom. Size yolu ben göstereceğim." Sözlerini bitirdikten sonra arkalarında bulunan yüksek binaya doğru yürümeye başladılar. Az önceki eli silahlı asker grubu hala nişan almış pozisyonda kendilerini izliyordu. İçeri girip merdivenleri çıkmaya başladıklarında Çavuş konuşmaya devam etti.
"Öncelikle uymanız gereken bazı şeyler var. İlk olarak peşimden ayrılmayacaksınız. Sizin onaylı bir ziyaretçi olduğunuzu belgeleyebilecek tek kişi benim ve eğer yanımdan ayrılırsanız yada kaçmaya kalkışırsanız, büyük ihtimalle vurulacaksınız. İkinci olarak ise hal ve hareketlerinize dikkat edeceksiniz. Burası sizin o kokuşmuş kaşif kamplarınıza benzemez. Özellikle subayların önünde saygısızlık yaparsanız sizi bizzat ben vuracağım."
Konuşmasını bitirdiğinde çoktan dördüncü kata gelmişlerdi. Merdivenlerin sonundaki büyük holü geçtikten sonra iki kapılı büyük bir odanın önünde durdular. Bu sırada Çavuş tekrar söz aldı.
"Kapının arkasında Binbaşı Vladimir var. Eğer hayatınıza değer veriy-..."
O sırada kapı açıldı. Uzun boylu bir adam dışarı çıkarak Artyom'a doğru döndü ve başını hafifçe eğerek gitmesini işaret etti. Bunun üzerine Çavuş, hızlıca selam vererek merdivenlere doğru yöneldi. Uzun boylu adam sonunda Andrei ve Dimitri'ye doğru döndü ve Dimitri, bu anı adamı incelemek için kullandı. Adam gayet formdaydı ve kısa kesilmiş sarı saçlarının altında yatan bir çift buz mavisi donuk göz onu sanki kendine bağlıyordu. Bu adamın kaç tane arkadaşının ölüm emrini verdiğini merak etti. Binbaşının içeri girmesiyle birlikte arkasından gidecek oldu ama Andrei'nin hiç yerinden kıpırdamadığını gördü ve meraklı bir yüz ifadesiyle yüzünü ona çevirdi. Fakat Andrei'nin gözlerini yavaşça yere doğru çevirmesiyle kendisiyle gelmeyeceğini anladı. Bunun üzerine daha fazla uzatmanın gereksiz olduğunu düşünerek içeri. İçeri girdiğinde gördüğü ilk şey masanın üzerinde duran buz dolu bir kovanın içinde bulunan vodka şişeleri oldu. Vodka hala kıyametten sonra bile kullanılıyordu. Yarayı temizlemesi ve radyasyonu hafifletici etkisi bulunduğu için çok kullanılan, popüler bir içecekti. Ayrıca her kaşifin dinlenmesi gerekiyordu ve bir bardak soğuk vodkadan başka insana ne iyi gelebilirdi ki? Tam bu düşüncelere dalmışken arkasındaki kapı hızlıca kapandı ve irkilmesine sebep oldu. Daha arkasını dönüp refleks olarak kapıya bakamadan Binbaşı çoktan masasına doğru gidip koltuğuna oturmuştu. Yavaşça masanın üzerinde bulunan içi yarısına kadar içki dolu olan bardağı aldı. "Sanırım neden burada olduğunu biliyorsun." Dimitri cevap vermedi.
"O zaman sana görev hakkında bilgi verme zamanı geldi. Gerçi Andrei sana anlatmıştır birkaç şeyi ama ben gene de üstünden geçeceğim. Hedefin laboratuvara inip alt kısımlarında olduğunu tahmin ettiğimiz çantayı getirmek. Fakat sorun şu ki, çevrede birçok terk edilmiş bina var ve biz bu laboratuvarın hangisinde gizli olduğunu bilmiyoruz."
Oturduğu masadan kalktı ve Dimitri'nin üzerine doğru yürüdü. Dimitri istemsiz bir şekilde geriye doğru birkaç adım attı ve Binbaşının geçmesine izin verdi. Binbaşı, Dimitri'nin arkasında bulunan duvarda asılı duran haritaya yaklaştı ve elini haritanın tam ortasında bulunan dairenin ortasına koydu. Bu sırada Dimitri de haritayı incelemeye başlamıştı. Haritayı tanıyordu. Pripyat'ın kuş bakışı yapılmış eski bir siyasi haritasıydı. Bunu hem arkadaşlarından gördüğü haritalardan tanıyordu hem de daha önceden öğrendiği üzere Pripyat iki dikey dikdörtgen arasında bulunan bir kare ile simgelenirdi. Haritanın lejandında da aynı şekil vardı. Ardından gözlerini dairenin olduğu alana çevirdi fakat hiçbir şey anlamadı. Buranın merkez olması gerekiyordu ama bildiği üzere orada kimse yaşamıyordu. Çernobil'de bulunan reaktörden gelen radyasyon orada birikmişti. Fakat gezgin tüccarlardan duyduğu üzere arada sırada orada devriye gezinen askerler bulunuyordu. Bunlar büyük ihtimalle ordunun gönderdiği keşif timleri olmalıydı. Daha fazla düşünemeden Binbaşı tekrar söze başladı.
"Hedefin çantayı bulmak ve bize getirmek. Çantayı ne olursa olsun açmaya çalışma. Eğer çanta bize açık gelirse biz de senin kafatasını açarız. Alman gereken gerekli ekipmanları alt katta bulacaksın. Şimdi gidebilirsin."
Dimitri yüzü asık bir şekilde odadan çıktı. Karşısındaki kişi ona konuşma şansı bile vermemişti. Ona resmen köpek muamelesi yapmıştı. Emirleri uygulayan itaatkar bir köpek. Fakat her zaman yaptığı gibi, bu konu hakkında daha fazla düşünmenin ona bir yarar getirmeyeceğini anlayarak yürümeye devam etti. Merdivenlere geldiğinde basamaklarda oturup kendisini bekleyen Andrei ile karşılaştı.
"Konuşma nasıl geçti?"
"Hangisi daha iyi merak ediyorum. Kurşunlarla vurularak ölmek mi yoksa radyasyondan yanıp kül olmak mı?"
"Eğer hassas bir cildin varsa kurşunlar daha iyidir."
Dimitri somurtarak basamaklardan inmeye devam etti. O anda odada aklına takılan ama soramadı bir şey aklına geldi.
"Hey Andrei, sana bir şey sormam gerek. Bana bu verdiğin şifre vardı ya, hani çantayı açabilmek için. Fakat Binbaşı bana ne olursa olsun çantayı açmamamı söyledi. O zaman niye şifreyi verdin?"
"Gerçekten onların dediğini yapacak mısın diye merak ediyorum diye."
"Nasıl yani?"
"Eğer onu açarsan bütün ülkeyi değiştirebilirsin. Belki de bütün dünyayı. Fakat önemli olan açmak değil, içindekini kullanabilme potansiyelini taşımak."
"Dediğinden zerre bir şey anlamadım."
"Zamanı gelince anlayacaksın. Şimdi gitmem gerek. Malzemelerini al ve benimle aşağıda buluş."
Dimitri bir parça hayal kırıklığıyla yalnız başına koridordan yürüdü ve malzeme deposunun kapısını açarak içeri girdi. Gördüğü manzara tam bir cennetti. Hayatında hiç görmediği kadar silah ve cephane vardı. Ayrıca savunma için kullanılan kurşun geçirmez yelekler ve kasklar da cabasıydı. Fakat odayı biraz daha tarayınca kendine ayrılmış olan kısmı gördü ve aniden yüzü asıldı. Küçük bir masanın üzerinde bulunan birkaç eşyadan oluşan ekipmanlarının yanına yaklaştı. Anlayabildikleri arasında bir adet tam otomatik kalaşnikof, bir adet P-96, bir adet av bıçağı ile geiger sayacı vardı. Malzemeleri eline alarak usulca kontrol ettikten sonra çantasına doldurmaya başladı ve işi bitince odadan çıktı. Binadan çıktığı yanında Igor Markovic ile konuşan Andrei'nin yanına yaklaştı. Igor, Dimitri'yi küstahça gülümseyerek selamladı.
"İşte ölmeye giden bir kaşif daha. Nasıl hissediyorsun delikanlı?"
Dimitri cevap vermedi. Oldu olası bu heriften nefret ediyordu ve konuşmaya başlaması ile ona sinirden patlaması bir olacaktı. Bu yüzden kendini tutarak sakince Andrei'ye doğru baktı. Andrei elinde bulunan papirosadan bir yudum çekti ve ardından sigarayı yere atarak üstünde bastı. Igor'u başıyla selamlayarak kendilerini bekleyen askeri jipe doğru yürümeye başladı. Bu arada Dimitri'de peşinden geliyordu. Birkaç adım sonra aracın yanına ulaştılar. Birbirlerine son kez veda eden baba-oğul gibiydiler. Andrei yavaşça Dimitri'nin kulağına doğru eğildi. "Lütfen çantayı bulduğunda aç ve içindekini kullanmaktan çekinme." diye fısıldadı. Dimitri yüzündeki şaşkın ifadeyi değiştiremeden jipin sürücüsü Dimitri'ye seslendi ve Dimitri hızlıca araca bindi. Araç hedefine doğru ilerlerken Dimitri hala Andrei'nin ne dediğini düşünüyordu.