1

19 1 0
                                    

Geçmiş, karanlığı aleve verirken kendisini küllerinden yeniden var etme çabası içerisindeydi. Zaman durduğu yerden tekrar akmaya başlamış, akrep ve yelkovan yollarına kaldıkları yerden devam etmeye başlamıştı. Siyah beyaza bulanmıştı. Geçmiş gelecekle birleşmeye karar vermiş gibiydi. Geçmişe takılı kalan çoğu şey; geleceğe acıyla geçiş yapmıştı. Küçük bir kız elinde oyuncağıyla bana geçmişten baktı. Yetişkin bir kadın elinde silahla bana gelecekten baktı. Ben ise geçmiş ve geleceğin birbirine karışmadığı noktada, arafta karşımda duran aynaya baktım. Yansımam silinmeye başlarken geride silinmeyen tek bir şey kalmıştı ve bu hafızalarımdan asla silinmeyecek olan tek ayrıntıydı; bir adam ve gözlerinde duran kanlı maske... Bu benim sonumdu.

     Karanlık silinmeye başlarken gözlerim ışığı buğulu bir şekilde karşılamaya hazırlandı. Göz kapaklarım tamamen yerinden kalktığında nerede olduğumu anlamak çok da zor olmamıştı. Odamda, yatağımda uzanır vaziyetteydim. Elim istemsiz bir şekilde dün gece vurulduğuma emin olduğum kalbime gitti. Kan yoktu. Yara yoktu. Acı yoktu. Yattığım yerden hızla doğrulduğumda ne olduğuna anlam veremez şekilde etrafa bakındım. Gözlerim duvarda asılı duran takvime takıldı. 

31 Aralık 2015 

    Göz bebeklerim gördüğü sayıları zihninin süzgecinden geçirirken olduğum yerde çakılı kalmış, gelecek ve geçmiş kavramını da o süzgecin içerisine kendi ellerimle koymuştum. Sonuç başarısızdı. Dün ile bugün birbirine karışmış ve ben o zaman diliminde hapsolmuş gibiydim. 

    Beynim gözlerimin önüne dün akşamın resimlerini kesit kesit sundu önüme. 

   "Bora..." diye fısıldadım ellerimi saçlarıma götürüp, parmaklarımı saç diplerime daldırırken. 

    Evet, bu isimden daha fazlası çıkmadı dudaklarımın arasından, daha doğrusu çıkamadı. Çünkü hatırladığım ve hatırlamak istediğim tek detay oydu, onun adıydı, ona olan aşkımdı ve onun hala yaşadığıydı. 

    Delirmiş gibi merdivenlerden hızla inmeye başladım. Adımlarım o kadar savunmasızca savruluyordu ki, bir an düşecek gibi olsam da umursamadım. Gözlerimden yaşlar damla damla kanıyordu, ruhum paramparça olmuştu. Kapıyı bir an olsun düşünmeden apartman koridoruna çıktım. Apartmanın merdivenlerinden inerken gözümün önünden dün gecenin anıları geçti. Bora'nın dudaklarını tekrar dudaklarımda hissetmiştim. Her şeyi unutabilirdim ama o dudaklar unutamayacağım kadar kazılıydı dudaklarıma. Bir an... Sadece bir an öyle afalladım ki bacaklarım tutmadı ve ben daha ne olduğunu anlamadan merdivenlerden yuvarlanmaya başladım. Bedenim öylece savrulurken düşünebildiğim tek şey yine Bora oldu. 

    Merdivenlerin sonuna ulaştığımda acı ruhumdan bedenime akmıştı. Her yerim sızlıyor, soğuk zemin bedenimin daha fazla sızlamasına neden oluyordu. Korkuyla gözlerimi açtım. Acıyla harmanlanan ruhum bana el salladı. Kalkmam gerekiyordu, fırtınalı rüzgarıma ulaşmam gerekiyordu. Delilik miydi bu? Belki de öyleydi ama yine de onu hissetmiş olmanın verdiği kararlılık beni yerden kaldırabilecek güçteydi. Kesik kesik inleyerek yattığım soğuk zeminden bedenimi ayırmayı başardım. Apartmanın açık kapısından dışarı fırladığımda hava karanlıktı. Her yer kar beyazdı, her yer ışıl ışıldı. Kimse yoktu ıssız sokaklarımda. Çıplak ayaklarımı karda sürümeye başladım. Nereye gittiğimi bilmiyordum ama fırtınalı rüzgarımın beni kurtaracağını biliyordum. Bu bilinmezlikten, bu acıdan, bu kimsesizlikten...  

     Çıplak ayaklarıma aldırmadan koşmaya başladım. 

     "Bora..." diye fısıldadım istemsizce. "Bora!" 

     Ayaklarım istem dışı hızlanırken ben sadece sesimi her seferinde bir ton daha yükselterek onun adını sayıklıyordum. "BORA!" 

    İnsan hayatında kaç kere delirebilirdi ki? Kaç kere ölebilirdi? Bir gecede kaç kere ölüme kucak açabilirdi? Kaç kez aşık olabilirdi? Aşkını kalbinde kaç kez büyüte bilirdi? 

    "Neden?" diye sordum hıçkırıklarımın arasından. "Neden beni kurtarmıyorsun!"

    Dizlerimin üzerine düşerken hıçkırıklarım daha fazla arttı. Avuçlarımı sıktığımda elime masum beyazlar doldu, kan yoktu... "Neredesin Bora!" 

    Bir beden bedenimi arkadan sardığında gözlerim şaşkınlıkla açıldı. "Bora..." diye fısıldadım tekrardan. "Geldin..." 

     "Mihri" diye adımı hayretle söyleyen bu ses, sevdiğim adama ait değildi. Beni saran kolların arasından kurtulup hızla ayağa kalktım, arkama döndüğümde Alihan'ın bana hayret içinde baktığını gördüm. 

     "Bu halin ne?" diye sordu Alihan, işte o an üşüdüğümü fark ettim. Etrafıma bakındım. Nerede olduğuma anlam vermeye, buraya nasıl geldiğimi anlamaya çalıştım ama gördüğüm tek şey karanlıktı. Buraya nasıl geldiğimi bile hatırlamıyordum. 

    "Alihan.." 

    Alihan'ın bakışları merhametle doldu. Bana doğru yaklaştı. "İyi misin?"

    Savunmasız bir çocuk gibi başımı iki yana salladım. "İyi değilim..." dedim hıçkırarak. "Ben deliriyorum sanırım." 

    "Şşş... Sakin ol." dedi yanağımdaki göz yaşlarımı elinin tersiyle silerken. Üstündeki paltoyu çıkarıp omuzlarımın üstüne bıraktı. "Hadi gel, seni eve bırakayım." 

    Alihan'ı var gücümle ittiğimde delirmiş olduğumun bilincindeydim. Hatta kafamın içinde konuşan Mihri bedenime sahip değildi. Omuzlarımın üstünde duran siyah palto beyaz karların üstüne düştü. Alihan'ın gözleri şaşkınlıkla açıldığında bana acıyıp acımadığını merak ettim.
 
    "Bırak beni!" diye bağırdım ağlayarak. "Sen de Bora'yı benden almaya çalışıyorsun. Anlamıyor muyum sanıyorsun!" 
     
    "Mihri, hadi eve götüreyim seni.." dedi Alihan merhamet kokan ses tonuyla. Yanıma doğru yaklaştı ama elimi öne doğru uzatıp ona engel oldum.
     
    "Gelme..." dediğimde sesim küçük bir çocuk gibi çıkmıştı dudaklarımın arasından. Sıcak nefesim soğuk havayla karıştığında çıkan o dumanla beraber o küçük çocuğu da kaybettim.
      
    Alihan ne yapacağını bilmiyor gibi etrafına bakındı. Sonra bakışları tekrar gözlerimle buluştu. Bir şey diyecek gibi oldu ama aralanan dudakları tekrar kapandığında bundan vazgeçtiğini anladım.
    
     "Onu bulmam lazım" dedim gözyaşlarıma hakim olamazken. "O ölmedi, Alihan. Onu bulmam lazım."
   
     "Tamam, sana söz veriyorum, onu bulmanda sana yardımcı olacağım ama şimdi seni eve götürmeme izin ver." Bana doğru temkinli bir şekilde birkaç adım attı. Korkuyordum, korku hiç bu kadar beni ele geçirmemişti. Dün gece sevdiğimin adamın dudaklarını öperken bugün burada çıplak ayaklarla onu aramak saçmalıktan başka bir şey değildi. 

    Alihan'ı umursamadan arkamı dönüp koşmaya başladım. Kar taneleri nefes seslerimi içine çekiyor, arkamdan koşmaya başlamış olan Alihan'ın ayak seslerini boğuk bir şekilde kulaklarıma iletiyordu. Nereye gittiğimi bilmeden koşmak; sevdiğim adama koşmak gibi geliyordu bana. Nerede olduğunu bilmeden, kalbime gidiyordum. 

    "Mihri!" diye bağırdı arkamdaki ses, korkusu ve endişesi ona eşlik etti ve ben daha ne olduğunu anlamadan bir beden beni sardı, hızlıca yere yuvarlandık. Arabanın korna sesi kar tanelerine inatla yankılandı. Alihan üstüme ağırlık yapmamak ister gibi bedenini yavaşça üstümden çekti. Gözlerimiz birbirine kenetlendiğinde sesler uğultulu çıkmaya başlamıştı. Alihan'ın gözlerinde korku vardı. 

    "İyi misin?" diye sordu soluk alışverişlerinin arasından. Cevap veremedim, Alihan'a hayatımdaki en boş gözlerle baktım ve göz kapaklarımı yorgunlukla ama istem dışı örttüm. 

    "Mihri!" Alihan'ın sesi bu sefer daha korku dolu çıkmıştı. Bilincimin yerinde olduğunu bilmesi için elimle işaret parmağını kavradım. Alihan'ın bedeninin hızlıca doğrulduğunu hissettim. Bir el boynumun altına başka bir el de bacaklarıma gittiğinde yavaşça yerden havalandım. Alihan'ın kolları arasındaydım. Oysa geçen gece ona tokat atmıştım. Şimdi ise küçük bir çocuk gibi ona sığınmıştım. Başımı omzuna koydum ve bütün acılarıma rağmen bedenimi Alihan'ın kollarına teslim ettim. 

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Feb 19, 2020 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

KANLI MASKEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin