Perdeleri geceleri ardına kadar açık bırakırım genelde, hatta camı bile açarım içeri hava girsin diye. Cezasını da günışığı gözlerime vurarken uyanarak ödüyorum.
Kahvaltı için mutfağa gidiyorum. Aslı çoktan uyanmış, kahvaltısına başlamış hatta Arda'yla facetime bile yapıyor. "Ben de Filiz'e öyle dedim zaten. Nesrin'in böyle bir şey yapmasının imkanı yok." Arda'nın sesi hafif cızırtılı geliyor. "Nesrin Talha'yı aldatacağına kendini keser. Hey, bizim Teo uyanmış." Adımı duyunca arkamı dönüp el Arda'ya el sallıyorum. "Hiç ses çıkartmadın, içeri geldiğini fark etmedim bile!" Aslı'ya gülümsüyorum. "Çok heyecanlı bir şeyler anlatıyordun ben de bölmek istemedim."
"Hey, en sevdiğim zencim. İzmir'de hayat nasıl?" Aslı, telefonu bana verip kahvaltılık çıkarmaya gidiyor. Mecburen Arda'ya dönüp konuşmaya başlıyorum. "Güzel abi. Bu cuma arkadaşlarda parti var işte ona gideceğim." Arda, civciv rengi saçlarını düzeltiyor. "Tadını çıkarıyorsun demek ki. Süper. Çok gezme sakın bak, ben geldiğimde de gezecek yerlerimiz kalsın." Başımı aşağı yukarı sallıyorum. "New York nasıl?"
Arda'nın konuşmaya ve bir şeyler anlatmaya bayıldığını fark etmek için dedektif olmaya gerek yok. Hiçbir fikri olmayan konular hakkında bile saatlerce konuşabilir. O yüzden New York'u anlatmaya başladığında onu dinliyormuş gibi yaptığımda bunu asla fark etmiyor.
"Al canım, bunları ye. Ben çantamı hazırlıyorum, kursa gideceğim. İstersen seni de giderken bırakayım." Güneşin ilk ışıklarıyla kalkmış o da, çoktan giyinip makyaj da yapmış. Kadın olmak zor iş olmalı. "Okulum 9'da başlıyor daha 2 saatim var. Ben otobüsle giderim." Aslı gülümsüyor. "Ben de zaten anca hazırlanırım. Sen takıl burada Arda'yla konuş."
İçeri gittiğinde Arda, New York'un ne kadar mükemmel bir yer olduğunu anlatmaya devam ediyor. Ben de dinliyormuş gibi yapıyorum. Yalan söylemekten yalancı çoban dışında ölen olmamış sonuçta.
Evde her şey organik, o kadar ki bazen kendimi yapay hissetmeme neden oluyor. Organik ekmeğimin üzerine organik balımı döküp yemeye başlıyorum. "Sen hiç rahatsız olma Teo, ben Aslı'nın yemek yiyerek konuşmasından alışkınım zaten." Kafamı sallıyorum.
Her sabahki rutinim bu artık. Tabi çoğu zaman Arda olmuyor, bazen de Tomris'le konuşuyorum. Ama Tomris akıllı bir velet olduğu için biriyle uzun süre konuşmaktan nefret ettiğimi biliyor ve konuşmasını kısa tutuyor genelde. Arda'nınsa böyle bir düşüncede olmadığı apaçık. "Gelirken sana ne getireyim yakışıklı?" diye sorduğunda başımı ekmeğimden kaldırıp ona bakıyorum. Geldiğinde bütün gün evde konuşacak...
"Hiçbir şey getirmene gerek yok ya." diyorum. Dolar 5 lirayken hediye isteyecek halim yok.
"Lütfen Teo, ısrar ediyorum." Yattığı koltuktan kalkıp oda değiştiriyor. "Aslı bana kulaklığına çok düşkün olduğunu anlattı. Bunu geçen gün almıştım, bayağı iyi. Araştır internetten beğenirsen sana da alayım." Gösterdiği lacivert kulaklığa bakıyorum. Rengi çok hoş, koyu laciverte sanki birkaç ton yeşil karıştırmış gibi. Ses kalitesine bakmaya gerek bile yok, zaten o markanın kötü ürün üretmesi imkansız.
Gülümsüyorum. "Güzel duruyor. Haber veririm." Arda sonunda konuşmayı bitirdiğinde iç çekip Aslı'nın telefonunu kenarı koyuyorum. İnsanlar, hayatımın her anında olacaklar ve onlardan kurtuluşum yok ama bu beni yordukları gerçeğini biraz olsun değiştirmiyor.
Sessizliğin tadını çıkartmaya yeni yeni başladığım sırada Aslı sesleniyor. "Teo, çizim dosyamı gördün mü?" En ufak bir fikrim olmamasına rağmen cevap veriyorum. "Çalışma odasında olabilir."
Küçük ama oldukça kullanışlı mutfağın hafif aralık camından içeri esen rüzgar saçlarımı dalgalandırıyor. Ballı ikinci ekmeğimi yemeye başlıyorum, gözlerim kapalı. Duyduğum iki ses var: rüzgarın ıslık çalışı ve Aslı'nın bir şeyleri kurcalaması.
Huzurlu sessizlik içinde duyduğum ayak sesleriyle Aslı'nın yanıma geliyor olduğunu anlayıp gözlerimi açıyorum. Elinde bir şeyler tutuyor. "Teoman, anlatmak istediğin bir şey var mı?" diye soruyor elindekileri sallarken. Ayağa kalkıp baktığımda çizimlerimi tuttuğunu görüyorum. "Yok." diyorum kağıtları elinden almaya çalışırken. Bana karşı çıkıyor.
"Benimle bir şeyler paylaşmaya başlamanı istiyorum Teo. Lütfen. İnsanlar en iyi kalp kırıklıklarını anlatırken bağlanır." Sessiz kaldığımda üsteliyor. "İstersen önce ben anlatayım."
Masaya yeniden oturduğumda yanıma geliyor. "Senin yaşlarında olanı anlatayım o zaman. Tabi senin hikayeni bilmediğim için rastgele bir şey anlatacağım. Aslı ablan, ilişkilerinde çok kazık yedi." Gülümsüyor ama gözlerindeki hüznü saklayamıyor. "Adı Mert'ti. Ben lise ikiydim, o da son. Ortak arkadaşlarımız vardı, hep beraber takılırdık. Bir süre sonra bana ilgi göstermeye başladığını fark ettim, arkadaşlarımız da aynı fikirdeydi. İlk sevgilim oydu. Ayrıldıktan sonraysa benimle ilgilenmesinin tek nedeninin bir arkadaşıyla iddiaya girmesi olduğunu öğrendim. Hem de ne üzerineymiş? Benimle ne kadar ileri gidebileceği üzerine. Ben özel bir şeyler paylaştığımızı düşünürken o iddia uğruna beni önemsiyor gibi yapıyormuş." Aslı, elindeki çizimlerimi kenarı koyup iç çekiyor, ben de ne diyeceğimi bulmaya çalışıyorum. Duygusal konularda hiç iyi değilim.
"Neyse, üstünden çok zaman geçti. Bir süre sonra üzülmeyi de bıraktım. Şimdi sen bu çizimlerdeki güzel kızı anlatacak mısın yoksa gitmeli miyim?" Bu kötü anısı hakkında söyleyebileceğim hiçbir şeyim olmasa da en azından istediğini anlatabilirim. Bir bakıma bunu hak etti sayılır.
"Yetimhanede 13 yaşımızdayken birkaç kişiyi seçtiler ve yeni yapılan binaya aktardılar. İyi öğretmenlerin olduğu, daha iyi şartlarda bir kurum olacaktı falan. Bana da gitmemi söylediler. Ben de zaten kimseyle anlaşamıyordum pek de önemsemedim o yüzden gitmeyi. Sonra okulda tanıştım Işıl'la. Küçüğüz zaten, pek bir şeyden anladığımız yok. Arkadaş olduk, sıra arkadaşı ve sonra en yakın arkadaş. Ben ne kadar soğuk ve tuhaf davransam da pes etmedi." Duraksıyorum. İlk kez anlattığım bu hikayede, hızlı hızlı söyleyebileceğim kadar kolay değil.
"Sonra, iki yıl önce Işıl hastalandı. Kansermiş. Ne yapmamız lazım dedik. Yapacağımız bir şey yokmuş. Ailesinde genetikmiş zaten, Işıl'da da olacağını tahmin ediyorlarmış. Hastaneye gidip geldi bir süre. Saçları döküldü, günlerce ağladı. Ona kaç kez hala daha gördüğüm en güzel kız olduğunu söylediğimi bilmiyorum. Birkaç ay geçti, artık revirde yatması yerine hastanede yatmasına karar verdiler. Şey işte, kötüleşmişti. Ben de izin alabildikçe yanına gidiyordum. Sonra, tam da doğum günü için hazırlık yaptığım sırada haber geldi. Elimde ona yaptığım hediye dururken onun öldüğünü söylediler." Kalp atışım ışık hızından fazla olduğu sırada Aslı'nın ağzı hayretle açılı duruyor. Kusursuz bir "o" harfi çiziyor. Gözyaşlarımın yerlerinde kalmalarını sağlamaya çalışıyorum. "Ben gerçekten çok üzüldüm Teoman." Elimi tutuyor. "Senin için yapabileceğim herhangi bir şey varsa lütfen çekinme." Ne yapabilirsin ki?
"En azından hediyesini verebilmek isterdim. Ona veda etmek. Yani öleceğini biliyordum. Ama bunu onun yanında hiç konuşmamıştım. Hala daha aklıma geliyor bazen, eğer iyileşseydi nasıl olurdu diye. Ama o yok artık." Omuz silkiyorum. "Neyse, okul için hazırlansam iyi olacak."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eski Bir Rüya Uğruna
Roman pour AdolescentsKüçük çocuk, uyumayı çok severdi. Annesinin onu öğlen uykusuna yatırması ve başucunda kitap okuması o zaman dilimini en sevdiği anlardan olarak saymasına yeterliydi. Sonra babası gelirdi yanına ve "Uyan bakalım küçük adam." diye fısıldardı. Genç ada...