Güneş hafif batmak üzere, bu huzurlu anın tadını çıkarmaya bakıyorum. Gökyüzü açık mavi, birkaç bulut var sadece. Her zaman yaptığım gibi bulutları bir şeylere benzetmeye çalışıyorum: uykusu geldiği için yan yatmış şişko bir kedi ve onunla lak lak eden bir kuş. Uzaklardan bir motosiklet kaskı onlara el sallıyor. Ve hepsini yarıp geçen şeftali rengi gün batımı... Beni bu bahar günü dışarı çıkarmaya tek başına yetebilecek bir neden. Hiçbir şey düşünmeden, gün batımına bakarak bu küçük şehri gezmek kadar huzurlu başka bir şey bilmiyorum zaten.
Fakat her ne kadar boş boş gezmek istesem de ayaklarım beni eve sürüklüyor. Belki de içimde gerçekten ödevlerimi yapmam gerektiğini düşünen mantıklı bir Teoman var. Her ne kadar nadir olarak ortaya çıksa da onunla bir çift laf etmek isterim doğrusu.
Anahtarlarım ve telefonum cebimde birbirlerine çarpışıyorlar. Artık ikisi de bir yıldır aynı cepte durmaktan birbirlerini en ufak dokunuşta tanıyacak hale gelmiş olmalılar. Bazen kavga ettiklerini düşünüyorum, yoksa telefonumun ekranındaki kırıklar neden olacak?
Artık anahtara özgürlüğünü geri vermem gerek. İçeri girdikten sonra onu yemek masasına sallıyorum. Yazlığına gelmiş sayılır. Hem yemek hem de hava var. Daha ne isteyebilir?
"Sen mi geldin Teo?" Civciv sarısı saçları, kıvırcık denmeyecek kadar düz fakat onlara dalgalı demek de hakaret sayılır. Tabi bunda kullandığı yüzlerce saç bilmem neleri de etkili olabilir, bilemiyorum. Aslı, saçlarını saran havlusuyla kapının kenarından bana bakıyor. Başımı sallıyorum. "Biraz gezmek istedim."
Aslı bir şey demeden kapıyı kapattığında ben de kendi odama dönüyorum. Telefonum, bütün günün yorgunluğunu atmalı. Her an elimde olmakla bunu hak etti. Onu şarj aletiyle huzurlu bir uykuya bırakıp üzerime rahat bir şeyler geçiriyorum. Odamdaki diğer her şey gibi üzerimdekiler de Star Wars'a dönüşüyor. Gerçi buraya ne kadar odam diyebilirim bilmiyorum. Sonuçta Arda, Amerika'dan döndüğünde kalacak yeni bir yer bulmam gerekecek.
"Yemekte ne var?" diye sesleniyorum Aslı'ya. Sesi boğuk geliyor, hala tuvalette olmalı. "Pizza yaptım, vegan. Sever misin bilmiyorum." Sanki görebilecekmiş gibi omuz silkiyorum. Daha önce yediğim pizzaların yanında bu muhtemelen İtalya'da pizza yemek gibi olacak.
"Fark etmez." dedikten sonra yıllardır kullandığım ve odada benim olan nadir eşyalardan olan çirkin, kullanışsız çantamdan okuldan getirdiğim şeyleri çıkarıyorum. Ödevim olduğuna eminim fakat not defterimi resim çizmek için kullandığımdan zihnime not almam gerekmişti. Sanırım yazarken kalemim bitmiş.
Aslı'nın mutfakta bir şeyler hazırladığını duyduğumda yanına gidip masaya oturuyorum.
"Burada daha ne kadar kalacağım Aslı? Arda iki ay sonra döndüğünde gitmem gerekecek."
Aslı, iğrenç gözüken pizzasını keserken bıçağını bırakıp bana dönüyor. Boyu çok uzun, neredeyse aynı boydayız. Onunla göz göze gelebilmek için ayağa kalkıyorum.
"Teoman, sana kimse evden gitmen gerektiğini söylemedi ki? Evdeki çalışma odasını dağıtırız sana oda olur işte. Böyle aptalca düşüncelere neden giriyorsun anlamıyorum?"
Buna verebileceğim milyonlarca yanıt varken susmayı tercih ediyorum. Fakat sessizliğim uzun sürmüyor. "Odanızı benim için bozmanıza gerek yok. Size de yük oluyorum zaten. Gitmem en iyisi olur."
Kıvırcık denemeyecek kadar düz, dalgalı demenin de hakaret sayılacağı ıslak, civciv sarısı saçlarını her sinirlendiğinde yaptığı gibi arkasına atıyor ve kızgın gözlerle bana bakıyor. "Bana bak çocuk. Annem, ailen öldükten sonra seni evlat edinmediği için çok pişman ve seni evden yolladığımı öğrenirse beni öldürür. Bu evden gitmek mi istiyorsun? O zaman beyefendi, içeri girip ders çalışacaksın ve üniversiteye gideceksin. Bu kadar basit. Şimdi bu pizzanı ye ve yarın kendine bir şeyler almaya git. Ya da arkadaşlarınla falan gez. Çünkü burada çok uzun süre kalacaksın."
Aslı'ya karşı gelmek o an uğraşmak isteyeceğim son şey, ben de pizzamı alıp tıpış tıpış salona gidip oturuyorum. Bu ev bana çok yabancı. 1 aydır burada olsam da buraya bir türlü alışamıyorum. Güzel bir çocuk değildim, yaşıtlarıyla oyunlar oynayan normal çocuklardan da değildim. Köşede, kendi kendine lego yapan ve yaşıtlarının anlamayacağı kitaplar okuyan "tuhaf" çocuktum. Ve yetimhanede kaldığım 12 yıl boyunca belki de bu yüzden kimse beni evlat edinmek istememişti. Ve o kadar süre ardından gerçek bir evde bulunmak, fazla tuhaf. Üstelik Aslı ve Arda Çetinkaya'nın evi, küçükken hayal ettiğim o mükemmel eve gayet yakın. Belki de evin bana yabancı olmasının nedeni içinde düşleyemediğim şeylerin olması. Aile sıcaklığı, mutluluk ve sevgi.
Aslı, izlemeye yeni başladığımız salak bir diziyi açtığında izliyormuş gibi yapıyorum. Diziden sonra pek de sorular soran biri olmadığı için izliyormuş gibi yapmak pek de zor olmuyor. Aramızdaki 10 yaşa rağmen ona abla dememe karşı çıkmasından sonra arkadaşlığımız başlamıştı ve ilk günden beri de her gece bir şeyler izliyoruz. Nedenini sonradan öğrendim. Popüler web sitelerinden birinde düşüncelerini yazıyordu ve onları yazmadan önce biriyle konuşmak fikirlerini unutmasına neden oluyordu. Ben de açtığı iğrenç ve sıkıcı filmleri izliyormuş gibi yapmakta buldum çözümü.
Aslı filmi durdurup bana döndüğünde şaşırmadan edemiyorum çünkü genelde tuvalet molası dışında bunu pek de yapmaz.
"Birinden hoşlanmaya başlarsan bana söyle tamam mı? Kız da olur erkek de." Bir anda gülmeye başlıyor. "Biliyorum çok ani oldu. Ama şey, annelerimiz çok yakın arkadaşlardı. Ve ben, şeyi düşünmeden edemiyorum. Acaba başka şekilde büyüseydik çok yakın olur muyduk? Çünkü biliyorsun sen ve Tomris küçükken biz size çok fazla gelirdik." Bize geldiklerini hatırlıyorum tabi ki, Arda'yla yaşlarımız daha yakın olduğu için onunla oyun oynardık. Aslı'ysa genellikle daha henüz bebek olan Tomris'le ilgilenirdi.
"Yani demek istediğim, öyle olsaydı muhtemelen kan bağı olmayan abla kardeş gibi olurduk. Her şeye rağmen, geç başlamış olsak da ben şimdi de öyle olmamızı istiyorum." Başımı sallayıp önüme dönüyorum. Aslı, bazen gerçekten de boş yapıyor.
Aramızda oluşan gerginliği şu anda gerginlikometre'yle ölçmeye kalksak Dünya rekorunu kırabileceğimiz hakkında bir iddiaya girebilirim. Aslı da aynı şekilde hissetmiş olmalı ki diziyi yeniden oynatıyor.
Aslı mantıklı bir konuşma yapmış olabilir fakat onun söylediği her bir kelimeden sonra zihnimde benimle birlikte gezmekte olan fil taklalar atarken aynı şeyi söylüyor. "Bunca yıl neredeydin? Beni sevecek, benimle olacak biri aradığım zamanlarda neredeydin? Bir evin sıcaklığına ihtiyacım varken neredeydin?" Ve eminim ki Aslı'nın bu açık uçlu sorularımın hiçbirine bir cevabı yok. Tıpkı yıllar boyunca yetimhanedeki annelerimin bir cevabı olmadığı gibi.
Dakikalar, bu salak dizide sanki saatlere dönüşmüş gibi. Aslı, gergin duruyor. Dudağının sanki bir şey söyleyecekmiş de yutkununca kelimeleri geri yutmuş gibi hareket edişinden bunu anlayabiliyorum. Aramız düzelsin istiyor, bunu gerçekten istiyor ama ben civcivleri sevmiyorum.
Raskolnikov'un kocakarıyı öldürüşü aklıma geliyor. Acaba ben de bu diziyi yapanları öldürsem, toplum adına yaptığım iyilik katil oluşumdan üstün olur mu yoksa vicdan azabı kendimi ele vermemi sağlayacak kadar güçlü bir his mi? Uzayan her dakikayla bu fikri zihnimde döndürmeye devam ediyorum. Zihnimde yaşayan fil uykusundan uyanıp fikrime bir tane vuruyor. İşte, halı sahanın aranan elemanı gol attı.
Sonunda dizi bittiğinde, tabağımı alıp ayağa kalkıyorum. "Aslı, ben biraz ders çalışacağım." deyip veda ediyorum. "Yapamadığın olursa bana sor!" diye sesleniyor. İlk durağım olan mutfağa gidip tabağı bırakıyorum ve ellerimi yıkayıp çalışma odasına geçiyorum. Çantamdan çıkan şeyleri sıralamaya çalışıyorum, çok zorlu bir deneyim oluyor. Derslerde yaptığım tek şey olan çizimleri çıkarttığım zaman limit denen bir konuyla ilgili verilen testleri görüyorum.
Konu hakkında hiçbir fikrim olmasa da Aslı oldukça haklı. Buradan kurtulmak için yapmam gereken şey çok basit. Üniversiteye gitmek.
Ve ben de bunu yapacağım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eski Bir Rüya Uğruna
Fiksi RemajaKüçük çocuk, uyumayı çok severdi. Annesinin onu öğlen uykusuna yatırması ve başucunda kitap okuması o zaman dilimini en sevdiği anlardan olarak saymasına yeterliydi. Sonra babası gelirdi yanına ve "Uyan bakalım küçük adam." diye fısıldardı. Genç ada...