"Jongin Bey! Saatlerdir size ulaşmaya çalışıyorum."
Sessiz kaldığım bir saniyenin sonunda kimliğe bakıp, "Hanımefendi, Kim Jongin Bey şu anda Korean National Hastanesinde. Silahla yaralanmış. Ben kendisini yolda buldum. Lütfen buraya gelebilir misiniz? Çünkü benim acilen gitmem gerekiyor." dedim ve karşı taraftan cevap bekledim. Kadın telaşla, "Hemen geliyorum!" deyip kapattı telefonu.
Teslimat için bir saatim kalmıştı. Normalde bir kurşun deliği de bende olmaması için hemen işimin başına dönerdim ancak nedenini bilmediğim bir şekilde bu yabancı için telaşlanıyordum. Böyle durumların karşısında buz gibi duran ben, üstümde kurumuş kanını taşıdığım bu insanı bırakıp gidemiyordum.
Ellerimle saçlarımı karıştırırken "Sikeyim böyle işi!" deyip içeriye, lavaboya girdim. Aynadaki görüntüme baktığımda vücudumda, yüzümde ve ellerimde Jongin'in kan izleriyle karşılaştım. Açıkçası bu kadarını tahmin etmiyordum. Hemen musluğu açıp elimden geldiğince temizlenmeye çalıştım.
Lavabodan çıktığımda Jongin'in telefonu çalmaya başladı. Sekreter Yeon arıyordu. Bekleme salonuna geçeceğimi söyleyip beni tanımasının çok kolay olacağını çünkü üst tarafımın çıplak olduğunu ekledim ve telefonu kapattım.
Bekleme salonunun kapısından girerken genç bir kadın ayağında topuklu yokmuşçasına koşturarak yanıma geldi. Sekreter Yeon olduğunu doğruladıktan sonra olayı tekrar anlattım. Saatime baktığımda sadece kırk dakikam kaldığını fark ettim.
Sekreter Yeon bir şeyler soruyordu ama dinlemeye zamanım yoktu. Jongin'in cüzdanını ve telefonunu eline tutuşturduktan sonra, "Afedersin, ancak benim hemen gitmem gerekiyor. İletişim bilgilerimi girişteki sekretere verdim. İhtiyaç olursa oradan ulaşırsınız." dedim ve cevap bile beklemeden arabaya koştum.
Kontağı çevirdikten sonra daha önce hiç kullanmadığım kadar hızlı sürmeye başladım arabayı. Zamanla yarışıyordum. Kestirme yola girdiğimde 25 dakikam kalmıştı. Hız göstergesindeki sayı arttıkça artıyordu.
Navigasyondan "200 metre sonra hedef sağınızda." uyarısını duyduğumda hızımı düşürdüm ve sağa yanaştım. Arka koltuktan ceketimi alıp giyindim ve önümü iyice kapattım. Müşterinin karşısına Tarzan gibi çıkmak olmazdı. Paketi cebime koymuştum. Yokladığımda yerinde olduğunu gördüm.
Arabadan inip kapıyı çaldığımda son üç dakikanın içerisindeydim. Burası diğer evin aksine oldukça küçüktü. Neredeyse benim evim kadar falandı. Genç bir adam kapıyı açtı ve "Oh Sehun mu?" diye sordu. Ben gelmeden adım gelmişti. Gönderici işini sağlama alıyordu.
Adama kimlik kartımı gösterip paketi teslim ettim. Paketi yırtıp içindeki kutuyu açtı. Ben de bu kadar önemli olan şeyin ne olduğunu merak ediyordum. Göz ucuyla baktığımda bir USB olduğunu gördüm. Birileri için ortalık fena karışacaktı. USB varsa bir işin içinde, gizli bir sürü şey kayıt altında emekti. Bu da bu işte harcadığım zamanda öğrendiğim şeylerden birisiydi.
Alıcıya, "Efendim, tamamsa ben gidiyorum." deyip cevap bekledim. Tam zamanında getirdiğimle ilgili bir şeyler söyleyip bahşiş verdikten sonra "Gidebilirsin." dedi ve içeriye girdi. Telaşından anladığım kadarıyla içindekileri de teyit etmek istiyordu.
***
Arabaya bindiğimde kendimi öyle yorgun hissediyordum ki bir süre hiçbir şey yapmadan gözlerimi kapatıp öylece oturdum. Patronun arabayı vermiş olduğuna şükrettikten sonra aklıma Jongin geldi yeniden.
Motorla gelmiş olsaydım ona yardım edebilmemin tek yolu ambulansı aramaktı. Zaman kaybından başka bir şey olmayacaktı. Hem benim için hem de Jongin için. Hastaneye dönüp dönmemek arasında kalmıştım. Gitmem için hiçbir neden yoktu ama ben anlamadığım bir şekilde orada olmam gerektiğini hissediyordum.
