Sessiz Esaret || Bölüm 5

449 71 18
                                    

Keyifle Okumalar Dilerim :D 

  ♤ ♤♤ 

Bu zamandan bu zamana kadar tamı tamına iki hafta geçmiştir diyebilirim.

İki hafta boyunca, Isaac, her yemekhanede masamın tam karşısına oturmuş, kaşlarını çatarak bana bakıyordu. Ben de ona uzun süre baktım. Sonra omuz silkip umursamadım ve sırtımı çevirerek bitter çikolatamı çaktırmadan yemeye devam ettim. Tabii ki bir köşeye sinerek yapıyordum. Hala beni öyle görmelerini istemiyordum. Ceza alırım diye korkuyorum ve daha fazla Thron Tander'ın gözüne girmek istemiyordum.

Sonra, Drake Sinir-Bozucu-Darkness'i görmeye başladım ortalarda. Onu sadece bir kez görmem bile yetmişti. Küçük delikten bakıyordum elbette. Gündüz vakti birkaç kişiyi azarlıyordu. İki kadın bir erkekti. Hangi ulustan olduklarını seçemiyorum ama o kadar masum bakıyorlardı ki, Drake Darkness'a bir kez daha sinir olmadan edemiyordum. Azarlaması bitince de benim olduğum yere bakıp göz kırpıyordu. 

Nasıl benim olduğumu görebildiğini anlamamıştım. Halbuki çaktırmadan bakıyordum ve delik çok küçücüktü. Görebilmesi imkansızdı. Ama görmüştü. Ya da ben öyle sandım. Gittikçe paranoyaklaştım sanırım. Her neyse...

Delik küçücük derken delik sayesinde dışarısından aldığım güneş ışığı seansıma her gündüz devam ediyordum. Odamda öyle bir basık hava var ki, sanki her gün gücümü içine çekebilirmiş gibi hissediyordum. Ve her böyle hissetmem de, güneşin gökyüzüne doğru doğmasını daha fazla bekler oluyordum.

Aslında hem İnsanların Dünyası'nda hem de Ateş Ulusu Diyarı'm yani artık- adını- yazmam- gerekirse- ki- şu- an- yazıyordum- Asteria'da böyle sık sık güç alma ihtiyacı olmuyordu. 

Elementinizin gücü, size doğru gelirdi. Sanki size ailenizden bile tanııdk gelir ve adeta büyük bir coşkuyla sizin içinize doğru gelir, size kucak açardı. Siz ona direk gitmezdiniz. Elementiniz, emrinize amade olurdu. 

Burada oksijen kadar hava alma görevi görse de, iç boğucu bir hava var ki, sanki içimden bir şeyler eksikmiş gibi hissediyordum. İçimden bir şeyleri zorla çıkartıyormuş gibi sanki... Edebi anlamıyla diyecek olursam; sanki bu dört duvar arasında kaldıkça her an canımdan can gidiyordu... Bu yüzden güneş doğduğundan güneş batana kadar küçük deliğin başından ayrılmıyordum. 

Kimse de gelip bana kontrol edecek değildi zaten. Ama aşırı paranoyaklığımdan olsa gerek, Fire Light'ın ikinci kademesi olan korumalı kalkanını etkin hale getirerek bana bakmalarını -boşa-da-olsa- engellemiştim. 

İki hafta içerisinde kimseyle konuşamadan -yani yazışamadan- durabilmem bile başlı başına sıkıntıydı bana. Bu yüzden olsa gerek, dayanamayarak odadan çıktım. Yemekhaneye doğru ilerlerken karanlık koridorda yürüyen beyaz formalıları takip ettim. Yemek için değil, Maria Stone ile yazışmak istediğim için gidiyordum. Yalnız kalmamak adına sanırım...

Sanırım bir tek o kadın beni anlar, diye umuyordum.

Yemekhaneden gelen yemek kokularını koklayınca doğru yöne gittiğimi anladım ve sevincimden yerimde zıp zıp zıpladım. Tabi kızıl saçlı adam, bana tuhaf bakınca zıplamayı bıraktım. O kavgadan beridir bariz bir şekilde ondan tırstım. Thron Tander korkumun yanında halt edemez elbette ama ondan da eşit bir şekilde korkmuştum. Üstelik birden bana bakıp,

"Hey, Dilsiz Kız!" deyince tırstım. Yine de onun olduğu yere bakmayı ihmal etmedim. Merdivenlerin altında bütün o korkunç görüntüsüyle bana bakıyordu. "Buraya gel bakalım. Seninle konuşacaklarımız var." deyince daha bir tırstım. 

Merdivenlerden inip kızıl saçlı ve sakallı -Bugs Bunny'deki o iri bıyıklı adamı hatırlatmadı mı??- iri adamın yanına yaklaştım. Ellerimi önüme bağlamış, adama doğru yaklaşırken dışarıdakilere de iyice Korkak ve Dilsiz Elsa Sky görüntüsü vermiş oldum. Bunu o adamda anlamış olsa gerek bana bön bön bakıp kahkahalarını patlattı.

SESSİZ ESARET √Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin