"taehyung, odaklan! bugün sayısız kez hata yaptın."
stajyerlerin eğitim aldığı dans odasındaydık. bugün işittiğim kaçıncı azar olduğunu sayamamıştım ancak sonuncusuyla elimi kaldırıp izin istemiştim. gerçekten kendimi toparlayamıyordum. yorgundum. çıkış yapamayacağımı bildiğim hâlde çabalıyordum. vazgeçmek istiyordum.
dans odasından çıktığımda ilk işim tuvalete gitmek olmuştu. yüzümü birkaç kez yıkasam fena olmazdı. ancak kendime gelebilirdim. içeri girdiğimde ortamdaki sessizlik tüylerimi ürpertmişti. bir anda müziğin odayı doldurduğu, dans eğitmenlerimizin seslerinin yankılandığı odadan çıkıp buraya gelmiştim. yüzümü iyice yıkadıktan sonra ellerimi lavabonun iki yanına yaslayıp aynada kendime baktım. aklımda tonlarca soru işareti vardı.
çıkış yapamayacak kadar çirkin miydim?
neden yeterince iyi değildim?
hayallerime ulaşmak için bu kadar yıpranmam gerekiyor muydu?
ve jeongguk'u her an daha çok özlemek zorunda mıydım?evet, çok özlemiştim onu. üç ay geçmişti. her gün görüyordum ama her şey değişmişti şimdi. o, üç kişilik grubuyla çalışmaya başlamıştı. bizimle dans etmeyi bırakmıştı. nasıl bir tempo olduğunu anlayabiliyordum. sıkı çalışıyorlardı. yine de özlememe engel olamıyordum. koskoca bir yılı birlikte geçirmiştik. doğum günlerimizi beraber sarılarak ve yanaklarımıza tatlı öpücükler vererek kutlamıştık. özlemem normaldi. çok normaldi.
son zamanlarda onu yemeklerde bile görmemeye başlamıştım. sanki daha çok zayıflamıştı. görünüşünde yapılan değişiklikleri fark ediyordum. saç stili değişmişti. gözümde hala aynı sevimli çocuktu ama daha erkeksi görünüyordu. şirket onların üzerinde fazlaca duruyordu. çok başarılı olacaklarına emindim. namjoon ve yoongi hyung'u da görmüştüm. iyi insanlara benziyorlardı. sadece benim güzel jeongguk'uma iyi bakıp bakamadıklarını merak ediyordum. o morali bozulduğunda huysuzlanıp kendi kendine surat ederdi. şimdi onlara mızmızlık yapamadığına emindim. bazı günler yanıma çok yorgun gelirdi. ona ekstra spor yaptırıyorlardı ve benim küçük bebeğim buna pek alışık değildi. vücudunun erkeksi görünmesinin daha iyi olacağını söyleyip onu zorluyorlardı. jeongguk hassastı. yıpranıyordu, biliyordum.
kendime geldiğimi hissettiğimde tuvaletten çıkıp yürümeye başladım. o dans odasına gitmek istemiyordum. azar işiteceğime emindim ama jeongguk'u görmek istiyordum. içimde oluşan garip his yüzünden kalbim burkuluyordu. görmezsem rahat edemezdim. onların çalışma yaptığı yere giremezdim. bu yüzden mesaj atmayı denedim. çıkmadan telefonumu almam iyi olmuştu. öğlen yemeğinde beraber yemek istediğime dair bir şeyler yazmış sonuna da ufak bir kalp bırakmıştım. böyle ufak detayları seviyordu.
yemekhaneye yürürken dalgındım. dans odasındakilerin çıktığını fark edememiştim bile. koluma sarılan elin sahibine gözlerimi çevirdim.
"çok dalgınsın, tae. beraber oturalım ve konuşalım biraz. bir süredir benden de kaçıyorsun ama ben dostumu gerçekten özledim."
jimin... park jimin, jeongguk'tan sonra buradaki en yakınımdı. onunla bir şeylerimi paylaşmaktan çekinmezdim. benimle bebeği gibi ilgilenirdi. ve jeongguk onu çok kıskanırdı. "keşke ben seninle yaşıt olsaydım da seninle biz okulda tanışsaydık, daha çok vakit geçirebilirdik o zaman." derdi. jimin ile lisede tanışmıştık ve doğrusu benim bu şirkete seçmelere gelme sebebim de o'ydu.
iç çekip başımı salladım. beraber sıraya girmiş yemeklerle doldurduğumuz tepsilerimizle uygun bir masaya oturmuştuk. gözlerim etrafta ve telefonumdaydı. jeongguk'u bekliyordum. onu az görmek canımı çok sıkıyordu. bunu belli etmekten de çekinmiyordum. yüzüm asıktı.
"sorun jeongguk mu?"
duyduğum soruyla bakışlarımı jimin'e çevirmiştim. sadece bakışlarımdan bile anlayacağına emindim ama yine de başımı salladım.
"onu çok özlüyorum. içimde tutmaya çalışıyorum ama olmuyor işte. değişmeye başladı. her şey değişmeye başladı ve sanırım en çok onun değişmesinden korkuyorum. ona sarılmayı özledim. beraber oturup hayallerimizden bahsetmeyi özledim."
jimin anlayışla başını salladığında sıkıntılı bir nefes verdim. düşüncelerim çok derindi. on sekiz yaşında biri için belki de çok derin düşünüyordum.
"bazen bana huysuzluk yapıyor olmasına rağmen ben de onu özledim. bize öğrendiği şeyleri heyecanla anlatmasını seviyordum ama işler değişiyor, taehyung. bunu kabullenmen gerek. yakında çıkış yaptığında belki de turları olacak. gidecek buralardan. üzülmeni istemiyorum. hiç istemiyorum. sadece kendini toparlamaya çalış. bu gidişle kendi çıkış yapma şansını da kaybedeceksin. pratiklerde çok hata yapmaya başladın."
başımı salladım. çok haklıydı. jeongguk'u düşünmeden edemiyordum. düşüncelerimi ve hislerimi durdurmaya çalışmak zordu fakat yapmam gerekiyordu. yemeğime odaklanmaya çalıştım. en iyisi buydu. zaten daha sonra da normal şeylerden konuşmaya başlamıştık.
jeongguk o gün de yemek yemeye gelmemişti.
bir kez daha kendime hatırlattım,
o benimle yemek yiyemeyecek kadar meşguldü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
love is a losing game;; taekook
Fanfictiontaehyung, jeongguk'a çok aşıktı, ancak zaman onları fazlasıyla değiştirdi. *love is a losing game by sam smith [slow update]