Öykücü başköşeye buyur edildi -sol elin içi yere paralel ama yukarı bakar şekilde odanın içinde ilerletip, oturacağı yere varıncaya kadar olan süreci tasvir eder gibi yavaş yavaş ilerletilerek- yer gösterildi.
Daha köye gelmeden oraya oturacağını bildiği halde çekine çekine ilerledi odanın diğer ucuna. Yirmi seneye yakındır Öykücü'ydü hala konunun abartıldığını düşünüyordu. Yaptığı ne vardı ki? Sadece konuşuyor kah gördüğü kah duyduklarını anlatıyordu, o kadar.
Öykücü oturmasına oturmuştu ama yerleşmemişti daha. İşte bu sağa/sola devinimlerle yerleşmeye çalıştığı sancılanma sırasında geldi önüne; belki bir hafta yetecek kadar yiyecek, içecek, yemiş, meyve, somun.
"Ben bu kadar yiyeceği nedim?" dedi hala oturduğu döşeğin içini her tarafıyla doldurana kadar, gece boyu oturacağı yere yerleşmişti böylece.
"Yediğin kadar" dedi, evin beyiydi konuşan.
Sesi güven veriyordu; belliydi, hepsini de yese iki katını getirecekti, asıl eksik olmasında. Giysisine, odanın içindeki eşyalara bakınca toplam hane halkı için bile bir haftalık yiyecek olduğu görülüyordu. Tamam, odada yirmi kadar kişi vardı kabul ama çoğunun konu komşu olduğunu bilmek için tanımaya gerek yoktu.
Yerleşmesi bitince önce beye bakıp sonra diğer herkesi gözden geçirerek, "Hoş geldim" dedi.
Kırk bir çeşit ikramın sunulduğu sininin içinde, gözüne sadece kase içindeki yoğurt görünüyordu; somundan bir parça kopararak daldırdı kaseye, ekşimiş olması umuduyla...
Lokma ağzına giderken, sanki ondan çok Bey'e ve komşulara yarıyor gibi rahatlıyorlardı.
Lokmayı ağzına attıktan sonra gözlerini yumarak kaldı bir süre, bu kadar zevk aldığına göre gerçekten ekşimiş olmalıydı yoğurt. Sesinin çıktığını farketmeden "ekşiii" çıktı ağzından. Kendine yaklaşan -evin kızı olsa gerek- kızı görünce onu eliyle durdurdu. Sesinin duyulduğunu farkedince de utandı.
"Değiştirelim?" diye atıldı bey.
"Yok" dedi elinin içini göğsüne vururken, "severim" diye de gülümseyerek tamamladı.
Bu sözüyle sadece Bey ve kız değil, herkesi rahatlatmıştı. Bir an önce başlasa iyi olacaktı, gene de başlamadan önce somunu kürek yaparak aldığı ekşi yoğurttan büyük bir lokmayı daha keyifle yerken, eliyle yerden ve çevreden selam alarak sözüne başladı.
"İki kadından bahsedilir" dedi ve durdu. Sanki duyulmaması gerekiyormuş gibi fısıldayarak. "Deli mi?" diye de hatırlamaya çalıştı, sanki o an aklından öykünün kahramanlarını zeka testi yapıyordu. Kararını verince de elini, parmakları açık şekilde yukarı kaldırıp sağa sola sallayarak "Biraz", sonra daha kesin bir ifadeyle "Deliler evet ya da sıradan değiller diyelim" diyerek bitirdi küçük cümlelerini.
Anlatacağı öykü, ilerleyip hızını almadan önce bu ağır aksak başlangıçları kendisi de sevmezdi ama böyleydi işte. Özellikle yaptığı bir şey değildi, başını sağlam hatırladıktan sonra gerisi çorap söküğü gibi gelirdi.
"Eveeet, ne diyordum? İki kadını duymuşsunuzdur?" derken, odadaki çoğundan da baş onayı aldı. "Bunlardan biri Kuzeyde biri Güneyde olan iki kadın, iki dul, iki anne. Kuzeydeki kadın bir savaşçı" bunu derken az önceki çekingen sesi gitmiş, gürleyen/net sesiyle söylemişti.
"Yedi yaşlarında ikiz oğulları var. Onu da güvenip bıraktığı bir Bhurba ailesinden geri alıp çıkmış yola."
"Güneydeki ise o kadar eğitimli değil ama iyi yoldaşları var, atı mesela, çok özel bir kılıcı ve karnında bebeği. Gene de bunları bile aşan; hesaba katmadığınız onun karnında bebeğini taşıyan bir anne olduğu. Unutmayın; en büyük gücümüzün ne olduğunu, en zor anımızda öğreniriz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İki Kadın
FantasyEğer yeniden doğmayacaksan, batmanın anlamı olmaz... (Kılıcın Öyküsü serisinde yer alan kahramanların, kitap öncesi yaşamından özel bir kesit)