III. Draco

262 28 6
                                    

Hermione Granger, terler içinde uyandığında saat sabahın dördünü gösteriyordu. Daha önce de tehlikelere karşı uyarıldığı rüyalar görmüştü. Fakat bu, çok farklıydı. O kadar gerçekçiydi ki ve o ses… O sesin mezarlıkta onu koruyan kişiyle bir alakası olmalıydı ya da parçaları birleştirmeye çalışan beyni bu sonuca varmak istiyordu. Kendisi de emin değildi.

Genç kadın yatağından kalkarak pencereye ilerledi.  Bu gece de uyku tutmayacağını anlamıştı. Sokak ıssızdı, güneşin doğmasına çok vardı. İçinden bir ses tekrar mezarlığa gitmesini söylüyordu. Sanki onu orada bekleyen bir şeyler varmış gibiydi. Hislerinde yanılmazdı; Ancak iyi bir şeyle mi yoksa kötü bir şeyle mi karşılaşacağını bilemiyordu. Risk almaya değer miydi? Onu da bilemiyordu. Ama bu bilinmezlik, giyinip mezarlığa doğru yola koyulmasına engel olmadı.

Hermione, mezarlığa girdiğinde etrafı şöyle bir kolaçan etti. Birkaç uğuldayan kuş dışında hiçbir şey yoktu. Yapraklar bile kıpırdamıyordu. Herhangi bir vampiri, iblisi ya da kötülüğü hissetmeye çalıştı. Lanet olasıca, hiçbir şey yoktu.

“Ne bekliyordum ki?” diye söylenen genç kadının sesinden hayal kırıklığına uğradığı belli oluyordu. Böyle bir durumda hayal kırıklığına uğraması da epey ironikti. Genç kadın içinden güldü. Sonunda delirmeye mi başlamıştı? 

Siyah çizmeleri toprağı döverek ve gri taşları arkasında bırakarak yürümeye başladı. Tam mezarlıktan çıkacakken O’nu hissetti. Aynı güç, aynı kötülük, aynı yoğunluk... Adımları yavaşlayan genç kadın arkasına dönüp baksa O’nu göreceğini biliyordu. Durdu. Eli yavaşça montunun cebine gitti ve kazığını kavrayacakken sesi duydu. Rüyasındaki sesin aynısıydı.

“Yerinde olsam o kazığı çıkarmam, Avcı.”

Hermione’nin eli bir santim bile kıpırdamadan hafif bir nefes alarak sesin sahibine doğru döndü. Ne uzak ne de yakın, güvenli bir mesafedeydi.  Siyah pantolonu ve siyah paltosuyla bir taşa dayanmış, iki eli cebinde olan vampirin beyaza yakın sarı saçları vardı. Yüzü o kadar kusursuzdu ki genç kadın konuştuğunu duymasa karşısındaki adamın bir heykel olduğuna yemin edebilirdi.

“Kimsin sen?” diye sordu Hermione, sesinin titremesine engel olamamıştı.

Vampir, ellerini cebinden çıkarıp genç kadına doğru yürümeye başladı. Hermione ise o yaklaştıkça geriliyordu. Öyle güçlüydü ki… Lanet olasıcanın yaşını hissedemiyordu! Genç kadının içini panik dalgaları sararken vampir bir anda ortadan kayboldu. Hermione kaşlarını çattı. Nereye gitmişti şimdi bu-

“Kim olduğum önemsiz. Önemli olan sana yardım edecek olmam.”

Bir anda dibinde beliren vampirle yerinden sıçrayan genç kadın, adamın gözlerini görünce donup kaldı. Gri gözlerin içinde yanan mavi alevler vardı resmen ve baktıkça alevlere çekildiğini hissediyordu. Sonsuza kadar o gözlere bakabilirdi. Genç kadın boğazını temizleyerek kendini topladı,  çenesini kaldırıp sert bir sesle sordu:

“Sana neden güvenmeliyim?”

Vampir gülerek, “Hala yaşıyorsun, değil mi?” dedi.  Haksız da sayılmazdı. Ancak Hermione’nin ikna olması için yeterli bir cevap değildi.

“Bana neden yardım etmek isteyesin? Ne olduğunu hissedebiliyorum ve gücünü de...”

“Ah, kendimce çıkarlarım var diyelim.”

“Rüyama girmeyi nasıl başardın?”

“Güçlerimden biri de o.”

“En kötüsü geliyor derken neyi kast ettin?”

“Bu, yardımımı kabul ettiğin anlamına mı geliyor?”

“Yardıma ihtiyaç duyduğumu da nereden çıkardın?”

“Neyin geldiğini bilsen, inan her türlü yardıma ihtiyaç duyardın.”

Bu kadarı yetmişti. Genç kadın yaptıkları konuşmaya bir anlam veremediğini belirtircesine başını iki yana salladı. Arkadaşları genç kadının mezarlıkta bir vampirle dövüşmek yerine sohbet ettiğini görse kafayı yediğini düşünürlerdi herhalde. Üstelik neyden bahsettiği ve amacının ne olduğu belirsiz bir vampirle.

“Çok daha kötü bir şeyin yaklaştığını hissediyor olmalısın, Granger.  Zamanı geldiğinde her şeyi öğreneceksin, söz veriyorum. Ancak o zamana kadar bana güvenmelisin.”

“Adımı nereden biliyorsun?”

“O kadar şeyden buna mı takıldın? ”

Hermione Granger, vampirin gözlerine tekrar baktı. Vücudunun her hücresi ona güvenmemesi gerektiğini söylüyordu. Tehlikeliydi, başına kesinlikle dert açacaktı ve onu gördüğü ilk an kalbine kazığını saplamalıydı. Ama genç kadın yapamamıştı. Onu durduran şeyin ne olduğunu bilmiyordu. Güven mi? Hayır. Tanıdıklık hissi mi? Hayır. Merak mı? Belki.

Genç kadın tanıdıklık hissini düşündüğü an aklına bir soru daha geldi:

“Rüya… Neden o kadar gerçekçi ve tanıdıktı? O anı yaşıyor gibiydim.”

Vampir, cevap vermeden önce hafifçe gülümsedi: “Zamanı geldiğinde Granger, tüm sorularına yanıt bulacaksın. Şimdiyse gitmeliyim.”

Hermione itiraz edemeden adam ortadan kaybolmuştu bile. Bu da neydi şimdi? Zamanı geldiğinde tüm sorularına yanıt bulacakmış! Adamın tek yaptığı şey daha fazla soru ve sorun yaratmaktı. Genç kadın sinirlenerek karanlığa doğru bağırdı:

“HEY! SEN HER ŞEYİ BİLİRKEN BEN ADINI BİLE ÖĞRENEMEDİM!”

Genç kadın kafasının içinde bir gülüş duydu ve ardından ipeksi yumuşaklıktaki ses belki de gecenin başından beri ilk defa en doğru düzgün cevabını vererek fısıldadı:

“Draco...”

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Sep 09, 2014 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Hermione the Vampire SlayerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin