Beş yaşımda çoktan ağır kitapları okumaya başlayan bir kız olarak hayata başladım. İstediğim her kitabı bir günde bitirebildiğim gibi hafızama yerleştirebiliyorum. Henüz on dokuz yaşındayım. Beynimde büyük bir kütüphane yarattım. Oda oda, kat kat... Kütüphanemin dallara ayırdığım odalarındaki raflara, alfabetik sıraya göre her gün düzenli olarak okuduğum kitapları yerleştiriyorum. İstediğim zaman, istediğim kitaba rahatlıkla ulaşabiliyorum. Düzen hastalığım, beynimin içinde de kendini gösteriyor.
Hakkımda bilgi vermemeye çocuk yaşlarımda alıştım. Tanıştığım insanlardan gelen tepkiler bana fazla konuşmamam gerektiğini öğretti. Annem, benim en yakın arkadaşım, sırdaşım; ta ki bu yaşıma kadar. Ben kendimi bildim bileli kâbus veya rüya görüyorum. Kâbuslarımın normal olduğunu, onların bana özel olduğunu inandırmasına rağmen son birkaç ayda gördüklerimi anlatamadım. Anneme söz vermiş olduğumu biliyorum. Her gördüğüm rüyayı, kâbusu ona anlatacaktım. Bunları anlatamıyorum. Nedenini ben de bilmiyorum.
"Selam Son'um!" Bana sadece tek bu şekilde seslenen ve bunun kulağıma müzik gibi gelmesini sağlayan tek insan, tek dostum: Selin... (Anlamı güzel olmamış olmasına karşın o, bu sözün hayatta duyabileceğiniz en güzel şeymiş gibi kalbime işlenmesini sağlıyor.) Selin, benim bu okuldaki en yakın arkadaşım: Psikoloji bölümü öğrencisi. Onunla okula kayıt olduktan sonra kampüste gezerken tanıştım. Annemler ile okulu keşfe çıkmıştık. İkimizin de yüzünde, burayı yeni kazandım ve ilk defa buraya geliyorum, yazıyordu. Hemen kaynaştık. Hayatımda ilk defa bir kızla bu kadar çabuk anlaşmıştım. Aynı fakültede okumasak da cafe, binalarımızın tam ortasında olduğu için onunla öğlenleri buluşuyoruz. O yurtta kalırken ben annem ile kiraladığımız evde kalıyorum. Babam Aydın'da işine devam etmek zorunda olduğu için ara ara bizim yanımıza geliyor. Ben, ilginç kâbuslarımdan dolayı yurtta kalmaya cesaret edemedim. Aslında bu ailece alınan bir karar!
"Selam Selin, erkencisin," derken çoktan yanağımdan makas almış ve masama oturmuştu bile. Böylelikle bir okul günümüz daha başladı. Benim güzel arkadaşımın tek kusuru: çok geveze olması. Masaya oturduktan kalkana kadar sayısız cümleyi nefes almadan sıralayabiliyor. Böylelikle bir gündeki dinleme kotam onunla tükeniyor. Başka kimseye ihtiyacım kalmıyor.
"Son, bu akşam sende kalabilir miyim? Yarın çok önemli bir sınavım var ve oda arkadaşımı çekmek istemiyorum."
"Tabii ki güzelim. Ne zaman istersen gelebileceğini biliyorsun."
"Yalnız annene söylesen de karamelli kurabiyelerden yapabilir mi?" diye sorduğunda yavru kedi gibi bana bakması yok mu? Sanki öyle bakmasa onu kırabilirmişim gibi...
"Tamam tamam! Dersim beşte bitiyor. Kapıda bekle," dedim ve derse gitmek için ayağa kalktım.
Hayatımın en normal günleri üniversiteyi kazandığımda başladı. Size garip gelebilir ama benim hayalim diş hekimliği okumaktı ve İstanbul'a tam burslu olarak okumaya geldiğimde tüm korkularıma rağmen bu kadar mutlu olacağımı bilemezdim. Üniversitede kimse kimsenin giyimine, kuşamına, hareketine, yalnızlığına karışmıyor. Kimse arkadaş olmak için çabalamıyor. Anlayacağınız burada yalnız olmak zor değil.
Yakın zamanda da evimizin altındaki dükkânı annem kiraladı. Çok sevimli bir butik pastane açtık. Annem çok başarılı bir kimyacıydı. Benim İstanbul'a okula gelmem ile beraber o da emekli oldu. Bu yıl da kendine bir uğraş olsun diye pastane açtık. Pastaların içine kesin iksir katıyor. Yoksa bu kadar lezzetli olamaz.
Yorucu ve bir o kadar da zevkli dersten sonra kapıya geldiğimde Selin daha gelmemişti. Büyük çıkışın duvarına yaslandım ve beklemeye başladım. Olamaz yine titremeye başlıyorum. Şimdi olmaz, şimdi olmaz dememe kalmadan gözüm karardı. Sanki bir hortum tarafından çekilir gibi yukarı çekiliyorum. Çığlık atmak istiyorum ama sesim çıkmıyor. Bir yandan bu sefer ne göreceğimi merak ederken bir yandan görebileceklerimden dolayı korkuyorum. İşte yine o adam... Aynada tıraş oluyor. Allah'ım çok yakışıklı. Eyvah belinde sadece havlu var. Peki, benim burada ne işim var. Neden hep onun beyninde buluyorum kendimi? Neden başkası değil de o? Diğer kâbuslarımda hep dışarıdan olayları izlerken neden onu, beyninin içinden izliyorum? Al buyur bir de kız arkadaşı varmış. Sarışınlardan hoşlanıyor anlaşılan. Çok yılışık bir kıza benziyor. Kız ne kadar yılışık ve çok gülüyorsa adam da bir o kadar suratsız. Bu beynine üçüncü girişim ve hiçbirinde onu gülerken göremedim. Hadi artık çıkmak istiyorum. Daha fazla o kızın sırnaşmasını seyretmek istemiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
"SON"SUZ (KİTAP OLUYOR!!!)
Science FictionKâbuslar... Devamlı aynı kişi... Son bir aydır, aynı adam, aynı kâbus... Adam aynı ama mekân hep farklı... Tek aklımda kalan sırtındaki dövme... Dünya şeklinde bir gözbebeği olan kocaman göz, kirpikleri ağaç gibi tüm sırtını sarmış... Hiçbirinde ada...