YOU ARE MY DESTINY- SEN BENİM KADERİMSİN

137 12 8
                                    

Önceki bölümden;


“Ah, nasıl da eğleniyorlar ama!”

Arkamdakinin kim olduğunu görmeye çalıştım ama burnuma dayadığı bezin keskin kokusunun ciğerlerime dolmasıyla hareket edemedim. Ve sonrası sadece derin bir karanlıktan ibaretti.

                                                                            ***

Bu bölümü, bir bölüm önceki güzel yorumu yazdığı için ve bu hikayeyi yazmamdaki en önemli desteği verdiği için @AysuMutlu'ya ithaf ediyorum.

Hatırladığım tek şey hiçbir şey hatırlamadığımdı. Bir ara buğulu bir şeyler görmüştüm, evet. Ama onlar da sonradan aklımdan silindiler. Sandalyede ellerim ve ayaklarım sıkıca bağlanmıştı ve bunun sonucunda kangren geçirecektim, tek derdim bir şeyler hatırlamak değildi yüzden nerede olduğumu bulmaya çalışmalıydım. Şuan bir depoda olduğumu düşünerek gözlerimi açtım fakat karşılaştığım lüksten öte bir evdi. Gerçi buna ev demek ne kadar uygundu bilmiyorum ama!

“Hey prenses. Kendine gelmişsin.”

Bu ses ona aitti. Evet, o beni dün akşam kaçıran şerefsiz. Sesin sahibini dört gözle çevremde ararken bir yandan da verecek cevabı düşünmekle meşguldüm. “Neden beni buraya getirdin?” çok saçma bir soruydu o yüzden baştan elemiştim. “Burası neresi?” üzerinde düşünürken ağzımdan çıkanlara büyük bir küfür savurdum.

“Bana prenses deme.”

Düşünmekle ilgili sıkıntılarım vardı, gerçekten. Hangi insan mantıklı (!) düşünüp nasıl böyle bir sonuca varabilirdi ki? Evet, doğru bildiniz, tabii ki ben! Karşıdan gelen çocuğa baktım. Siyah kabanının önü açıktı ve içindeki smokinini çok rahat görebiliyordum. Soğuk bir tene ve bir çift ela göze sahipti. Gözlerinde yolunda gitmeyen bir şey vardı, bu ela normal bir ela değildi. Yanıma yaklaştığında suratımı ekşittim ve beni izleyen gözlerine bakmamak için direnmeye devam ettim. Onlar… Onlar çok mükemmeldi tamam mı? Bu yüzden gözlerine asla bakmamalıydım.

“Misafirimiz olduğunu duydum, prenses. Adım Jason. Bizler bir misafiri elimizden geldiğince mutlu ederiz. Söyle bana neden mutsuzsun?”

Misafir mi? Kaçırdığı kıza ‘misafir’ mi diyordu?  Ah Tanrım, lütfen şimdi öldür beni.

“Pekala, madem bir isteğin yok seni buraya çağıran kişiyle tanışmak istersin diye umuyorum.”diyerek gülümseyen Jason’ın gözlerine baktım –bunu yapmalıydım– ve güçlü bir sesle “Eve.Gitmek.İstiyorum.” dedim. Tam kontrolün elimde olduğunu düşünmeye başlamıştım ki Jason Bu numaralar sadece güneş battığında işe yarar güzelim. deyip bir kahkaha patlattı. Ardından kolumdan tutup beni şu meşhur patronunun yanına götürmek için ayağa kaldırdı ve çekiştirmeye başladı. Kolumun acımasını umursamıyordum, tek düşündüğüm biraz önce söylediği cümleydi. Ne numarası yapabilirdim ki ben? Tek bildiğim büyükbabamın bana çok küçükken öğrettiği birkaç illüzyondu, artık onları da yapabilme yeteneğimi kaybetmiştim. Şeyden… Şu gördüğüm kabuslardan beri. Sahi, söylediği şu numaraları yapabilme sebebimin kabuslarla bağlantısı olabilir miydi? Ama kabuslarımda sadece saçma saçma, kesik görüntüler vardı, asla bir sorunun çözümüyle bağdaşmazdı. Yaklaşık 4 aydır gördüğüm kabuslar ya uyumama engel oluyordu ya da uykudan uyandırıyordu. Aslında 1 ay önce çok da önemsemediğim bir şey olmuştu ama şuan düşündüğümde –işte yine başlıyoruz­–  mantıklı olabileceğine karar verdim. Okuldan eve gelmiştim. Mutfakta bir şeyler atıştırıp dişlerimi fırçalamak için banyoya gittim. Aynaya baktığımda gözlerimin her zaman açık kahverengi olan renginin mavi, çok derin bir mavi olduğunu gördüm. Işık yansıması olduğunu düşünüp dişlerimi fırçalayarak banyodan çıktım. Ama şuan sebebini anlıyorum. Beni kim kaçırdıysa onlar için önemliydim.Ve sanırım ben Dünya için önemliydim!

***

48,49,50… ve 51. Tam 51 merdiveni yürüyerek çıkmıştık. Karşımda ahşap, büyük bir kapı vardı. Kapı kolunun altından olduğuna yemin edebilirdim. Jason kapıyı birkaç kez tıklattıktan sonra içeriden kapı açıldı. Uzun bir etek ve altınla süslenmiş kolsuz tişörtüyle karşımda duran ve içeriye girmemizi söyleyen kadına gülümsedim. Ve buraya gelen insanların altına dönüşüp dönüşmediğini kontrol etmek için kendime baktım. Hala aynıydım.

Fakirliğin gözü kör olsun.

İçerisi hiç beklediğim gibi değildi. Oldukça… Oldukça normal gelirli bir ev gibi dekore edilmişti ve hiç altın yoktu. HİÇ.

“Peki, patronun nerde küçük Jason?” diye sordum ama soruma Jason veya altın kadının cevap vermemesi üzerine oluşan sessizlikten sonra ekledim, “Çünkü onunla tanışmak için sabırsızlanıyorum.”

219 saniye sonra –çok sıkılmıştım, ne var yani saniyeleri saymışsam?– arkamızdaki ahşap kapı tekrar açıldı. İçeriye yaklaşık 1,80 boyunda sarışın ve mavi gözlü biri girdi. En fazla 25 yaşındaydı. Jason ve altın kadın hemen yanına gidip önünde selam verdiler. Yüzümü buruşturup onlara baktım, ne yani en fazla 25 yaşında olan biri nasıl patron olabilirdi ki? Yakışıklı çocuk –tamam kabul ediyorum, çok yakışıklı çocuk- bana baktı ve göz rengi aynı Jason’ınki gibi ela oldu. Korkuyla bir adım geri gitmemle birlikte arkamda belirdi. Gözlerimi kapatıp arkamı döndüm. Açtığımda gülümsedi ve, “Hoş geldin, Heather. Biz de seni bekliyorduk.” dedi. Buradakiler ne tür bir yaratıksa onlara yem olacağım kesindi. Kaçabilir miyim? , diye düşündüm.

ASLA.

Kaderimden asla kaçamazdım.

                                                                              ***

Selam! Bir önceki bölümdeki okumalar beni ağlattı diyebilirim. İlk hikayemin ilk bölümüne göre çok iyi olduğunu düşünüyorum. Siz harikasınız! Tek isteğim okuduğunuz zaman vote tuşuna da bir kerecik basmanız ve eleştirilerinizi bana yorum olarak yazmanız^^ 15 okumayı geçtiğinde bölümü yayınlarım. Herkese çok teşekkürler! :)

Bana ulaşmak için;

Facebook: facebook.com/ecetos

Twitter: twitter.com/eeceeyy

Tumblr: kansevmeyenvampiiir.tumblr.com

Instagram: instagram.com/ece_ylmz

When The Sun Goes DownHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin