HUMANITY-İNSANLIK

101 10 12
                                    

KEYİFLİ OKUMALAR :3

“Onu ben öldürdüm.” dedim “Ben öldürdüm, ben” diye ekledim. Çakmağı bedenin üzerine attığında alevler yükseldi.

Artık canı acımıyordu, artık canını acıtmıyordum.

***

12 SAAT ÖNCE

Işıkların kapanmasıyla görüş yeteneğimin azalmasını beklerken aksine artmıştı. Vampirliğin bir getirisi olduğunu anlamam çok da uzun sürmedi. Ellerimi yıkayıp siyah fayanslarla kaplı tuvaletten çıktım ve Skylar’a seslendim. Bıraktığım masada oturuyordu.

“Gerçekten beni arama zahmetine bile girmediğin için çok teşekkür ederim, çok naziksin.” dediğimde sandalyeye oturmuştum.

“Gece görüşün yok mu senin?”

“Olduğunu nereden bilebilirdim?”

“Öğrenmiş oldun.” diyerek gözlerini devirdi.

Burada kaldığımızın farkında olmasını daha ne kadar beklemem gerekecekti? Artık gerçekten sıkılmıştım. Bilerek beni sinir etmesinden, sürekli her şeyi kendim keşfetmemi beklemesinden… Tamam, vampir olabilirim ama bunu öğreneli seneler geçmiş gibi davranmasına gerek yoktu. Eğitilmem gerekiyordu, daha doğrusu eğitmesi gerekiyordu. Bunu kime sorsam rahatça söyleyebilir!

“Ne var biliyor musun, bıktım. Neden sürekli benimle ilgileniyorsun, Skylar? Bırak, neden umrundayım ki?” dedim merakıma yenilerek.

 İnsanın başına ne gelirse gerçekten de meraktan gelirmiş.

Skylar bana baktı, bir şey söylemek için ağzını açtı ama söylemedi. Kalktı ve içecek dolabına ilerledi. “Nerede bu viskiler?” diye mırıldandı.

“Ben içki içmem!” diye bağırsam da beni dinlemeyeceğinden adım gibi emindim.

“Açlığın yakında başlar. Bunlara ihtiyacın olacak.” diyerek elindeki viskiyi bana uzattı. Bir bardak değildi ayrıca, bir şişeydi. Aldım ve masanın üzerine geri bıraktım. Gözlerini devirip elindeki viskiye devam etti.

“Ailen nerede?” diye sordu Skylar.

“Bilmiyorum. Ben küçükken beni bakıcıma bırakıp gitmişler.2 haftaya kadar döneceklerini ve onlar dönene kadar bana iyi bakmasını söylemişler ama 2 hafta,3 hafta, 1 ay geçse de hiç kimse gelmemiş. Liseye kadar bakıcım Rebecca ile çok sıkı bir bağ kurdum, beni o büyüttü. Hep babamın ben küçükken saçlarımı örmeyi ne kadar çok sevdiğini anlatırdı, annemin bana bakmaya doyamadığını. Beni o kadar çok severlermiş ki! Herkes çocuğunu sever tabii ama ben onların ilk ve son çocuğuymuşum. Annem doğum sırasında ağır bir hastalık geçirmiş, bu yüzden çocuğu olamazmış bir daha. Ben hep bana olan sevgilerinin nedeni olarak buna alıştırdım kendimi. Onları aramak istemedim, nedenini bilmiyorum ama istemedim işte. Rebecca benim annem, ailem olmuştu. Sonra… Sonra ne oldu biliyor musun? Herkes gibi o da gitti ve en zoru da kucağımda verdiği son nefesi unutmak oldu benim için.”

Boğazım düğümlenmişti sanki. Hıçkırıklarım boğazıma tek tek dizilmiş konuşmamı engelliyordu. Gözlerimden akan soğuk damlaların tenime bir bir düşüşü, bana Rebecca’nın son nefesini hatırlattı, yeniden. Soğuk ve bir o kadar anlam dolu. Yaşama sevincimdi o benim. Sanki o hep yanımda olacakmış gibi yaşamıştım sürekli. Her gece Tanrı’ya yalvardım.

“Lütfen,” dedim. “Lütfen, bir kez daha göreyim onu.”

Ama olmadı. Rebecca gelmedi.

When The Sun Goes DownHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin