Bölüm parçaları:Passenger-Let her go ve Rascal Flatts-What hurts the most
Uyandığımda, hayatımdaki en güzel günmüş gibi hissettiğim ilk sabahtı.Çünkü bugün onu görecektim.Tekrar gözlerinin içine bakıp kendime mutlu olmak için bir nedenim var diyebilecektim.Yataktan hiç zorlanmadan kalktığımda -ki bu benim için beklenmedik bir durumdur asla mızmızlanmadan uyanamam- aynanın karşısına geçip kendi kendimi inceledim.Bugün biraz farklı gözüküyordum.Duysusal açıdan mutlu olduğum için sanki bu durum bedenime de yansımıştı.Saçlarım daha canlı,gözlerim daha parlak,dişlerim daha beyaz ve sanki dudaklarım daha canlı bir pembe rengindeydi.Mutluydum ve bu mutluluğun bozulmasını istemiyordum.Düşüncelerimden sıyrılıp kendimi banyoya attım.Dişlerimi fırçalayıp sıcak bir duş aldıktan sonra saçlarımı hafif kurutup yarısını ıslak bıraktım.Malum sıcak bir temmuz günü nasıl olsa kendiliğinden kuruyacak.Üzerime bol, beyaz ve hafif dekolte, kısa kollu tişörtümü, altıma da saks mavisi şortumu giydim.Biraz rimel sürüp eyeliner çektikten sonra hazırdım.''LANET OLSUN TANRI AŞKINA BENİM NEYİM VAR!'' diye bağırdım istemsiz.Neden diye sorarsanız merak etmeyin deli değilim.John'un numarasını almayı unutmuştum ve ona ulaşabilmemin tek yolu evine doğru bir yolculuğa çıkmaktı.Hemen ufak bez çantama gerekli malzemeleri atıp evden çıktım.
Ormana doğru ilerledim.Bu orman bana hep ürkütücü gelmiştir.Tanrı aşkına John ve Mia burada nasıl yaşıyor diye düşündüm.On dakikalık bir mesafe daha yürüdüğümde Lunea Lumen şatosunu gördüm -namı diğer perili ev- ve ilerleyip kapıyı çalmak için kapıya tıklattığımda kapı açıldı.''Merhaba, John? Mia? kimse yokmu?'' o sırada önümden bir gölge geçti ve gözlerimle o yönü takip edip baktığıma hiç bir şey yoktu.Kalbim deli gibi çarpıyordu,birazdan heyecandan yerinden çıkacaktı.Birazdaha ilerledim ve karşımda bir şömine vardı.Günün tam ortasında olmamıza rağmen gereğinden fazla karanlık,loş bir odaydı burası.Perdeler kapalı kitaplığın içerisinde bolca kitapların olduğu ortada bir kaç antika koltuk,bir çalışma masası,yarım daire şeklinde mini bar vardı ve sarı renkli bodur masa lambaların olduğu birkaç şifonyer vardı.Etrafı incelerken tam içeriye doğru adımımı atacakken
''Katherine ?'' dedi John ve olduğum yerde sıçrayıp geriye doğru gittiim merdivene takılıp düşecekken John beni kolumdan tutup kendine yaklaştırdı ve bir elini belime sardı.Sanki o şekilde sonsuza dek kalabilecekmiş gibi tutuyordu beni ve daha çok yaklaştı.Aramızda neredeyse iki parmak mesafe vardı, nefes alış verişlerimiz birbirine karışıyordu göğüs kafesim deli gibi kalkıp iniyordu.Birazdaha yaklaştı ve beni öpecekken yutkunup geri çekildim.Tamam çok yakışıklı olabilir.Ona neredeyse abayı yakmış da olabilirim.Ama tanrı aşkına daha dün gece tanıştık.Derin bi nefes alıp verdim.
''Telefon numaranı almayı unutmuşum.Sana nasıl ulaşacağımı bilmediğimden evine gelmek zorunda kaldım.Kapıyı tıklattım ama açıktı ve içeri girip size seslendim.Umarım kabalık olarak algılamazsın'' dedim.
Sıcacık ve derin bir şekilde gülümseyip
''Sorun değil dert etme.Benim hazırlanmam beş dakika bile sürmez salonda beni bekleyebilirsin.Dolaptan içecek birşeyler al lütfen,kendini evinde hisset." diye konuşarak uzaklaştı ve üst kata yol aldı.
Açıkçası susamıştım yaşadığım korku bana bi yıl yeter herhalde diye düşünürken salona ilerledim.Tam sol tarafımdaki mutfağı uzaktan görebiliyordum.İlerledim,mutfağa girip buz dolabını açtım.Göz gezdirdim.Portakal suyu,vişne suyu,soda,bira,şarap...Sanırım biraz vişne suyu içebilirim diye düşünerek karaf şeklinde ki işlemeli sürahiyi elime aldım.Gördüğüm kadarıyla oldukça yoğun bi vişne suyuydu.Bir çırpıda dolaptan çıkardığım vişne suyunu tezgaha bırakıp dolaba yöneldim.Bir bardak alıp yarısını elimde ki şişeden vişne suyu doldurup yoğun kıvamını dengelemek için devamına su ekledim.Çekmeceden bir kaşık alıp iki sıvıyı birbiri ile homojen bir hale getirdim.Evet şimdi daha iyi gözüküyordu.Fakat anlayamadığım bir şey vardı ki suyla karıştıkça rengi bordoya, hatta koyu bir mor tonuna dönmesi gereken vişne suyu açık turuncuya dönmüştü.Şaşırmıştım fakat ilk defa gördüğüm bu vişne nektarını denemek için sabırsız bir şekilde elimi bardağa atıp dudaklarıma yaklaştırmaya yeltendim.İçmeden veya yemeden önce her türlü besini koklamaya alışkındım.Kokular benim için önemliydi.Güzel kokular beni mutlu eder ve enerjik hissettirirdi.Bu nedenle ilk defa gördüğüm bu nektarı koklamak için burnuma doğru yaklaştırmıştım ki John mutfağın kapısından donuk ve koyu bir sesle adımı seslenince dikkatim dağıldı ve sıçrayarak ona doğru bakıp
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOŞULSUZ
WampiryKöken vampir John Coben ile Katherine Trek'in biribirine olan koşulsuz aşk hikayesi. Aşkları gecenin karanlığında parlayan bir yıldız gibiydi...