Multimedia'da Ahmet.
İstanbul da ve her şehrin belirli noktalarında kurulan bu on iki kişilik grubun -yani bizlerin- görevi yaşadığımız yerdeki çocuklardı. İşler iyice zıvanadan çıkıp, polisin bu iş deki eli zayıfladığından hükümet böyle bir karara gitmişti.
Çocukların bulaştığı pisliğin başını uyuşturucu çekiyordu. Bunun sebebinin her sokak başında uyuşturucu satıcılarıyla dolu olması ve bunlara çabucak ulaşılmasıydı elbette ama bir diğer husus dışarıdan buralara gelen göçmenlere de iş olanağı sağlanamadığından onlarda çareyi uyuşturucu tacirliğinde bulmuşlardı da ülke iyice tepetaklak olmuştu. Zaten çocukların da bunlara bulaşması aile içi problemden çok şu kendini kanıtlama ve olgun olduğunu gösterme çabasıydı. Ne yazık.
Milli Eğitim Bakanı da devreye girip Sağlık Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Polis Teşkilatı beraber çalışma yürütüyorlardı. Her semtte ki okullara velileri çağırıp bu konuda konferanslar veriliyordu da zaten oralara gelen velilerin çocukları doğru düzgün evlerinde oturuyorlardı. Fakat buna da çözümü bulmuştuk; uyuşturucuya bulaştığını fark ettiğimiz çocukların ailesini buluyor Bakanlığa bildiriyorduk da onlarda direk ulaşabiliyorlardı.
Hilmi benim de, bir zamanlar Ahmet'inkiyken şimdiyse Kerem'in de danışman gibi bir şeyiydi. O bizlere gitmemiz gerektiği yerlere yönlendirip bizim programımızı ayarlıyordu. Ben bu durumu Supernatural'a benzetiyordum. Hilmi burada Jim Beaver'ın canlandırdığı Bobby Singer oluyordu. Hilmi geçen seneki yakalayıp da hastaneye yatırdığımız çocukları da tek tek inceliyordu. Onun işi bizden daha zordu vesselam.
İşimiz çocuklarlaydı ama onlara emir verenler çocuk değildi. Bu yüzden kaç sene eğitim almamız gerekmişti.
Telefonuma mesaj geldiğinde dersin bitmesine bir beş dakikadan az kalmıştı. Kerem beni evime bıraktığında bir duş alıp okula gelmiştim. "Okulun önünde bekliyorum." Atış için poligona gidecektik ve burası timin ayarladığı bir yerdi.
Cevap vermeden dersin bitmesini bekleyip kızlara döndüm. "Kerem gelmiş beni almaya. Görüşürüz yarın," dediğimde ikisi de el sallayıp geri dedikodularına döndüler. Onların bu hallerine gerçekten bayılıyordum. Başkası olsa işkillenebilir sürekli soru sorabilirdi ama onlar da kafalarına nasıl eserse öyle davrandıkları için kurcalamıyorlardı bile.
Okulun kapısından çıkıp etrafa bakınırken arabayı gördüm. Yanına yaklaşıp kafamı eğdiğimde telefonuyla uğraşıyordu. Arka kapıyı açıp çantamı fırlattıktan sonra ön koltuğa yerleştim.
"Adresi sen biliyormuşsun Hilmi dedi." Sanırım poligonun yerinden bahsediyordu. Kafamla onayladıktan tarif etmeye başladım. Kerem radyoyu açıp hareketli bir yabancı şarkı açtığında rahatsız olup arabanın camını açtım, amacım gürültüyü diğer insanlarla paylaşmaktı.
Gitmemiz gereken sokakları tarif ederken Kerem oldukça eğleniyordu. Ona ‘hayırdır pek mutlusun?’ diye takılmadım. Radyo da çalan her şarkıya eşlik etmesi emredilmiş gibiydi, ağzı bir türlü susmuyordu. Rahatsız olmama rağmen ilk defa insanlık yaparak bir şey demeyip çenemi kapalı tuttum.
Mekanın içine girer girmez Kerem bana önden gidip başlamamı söylediğinde kafamı sallayarak anladığımı belirttim. Hızlı olmasına özen gösterdiğim adımlarla kapıyı açıp atış yapacağım geniş odayı incelerken bir anda duraksadığımda aklımda Ahmet vardı.
Geçen haftalarda Ahmet’le geliyorduk ve artık o da başkasıyla gidiyordu. Onun hedefi belirleyip tutturması mükemmeldi. Benim şimdi yapabildiğim ne varsa onun çok fazla katkısı olmuştu. Verdiği taktikler ve mantığı iyi işliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAÇIŞ
Teen FictionKaçış, Belki bir kaş çatış. Belki bir can yakış. Ya da sadece bir aldanış.