B*k Değirmeni

68 10 13
                                    

Saat: 10:30

Yer: MİT Başkanlığı Yerleşkesi,

Başkan'ın Ofisi

Makam koltuğunda oturmuş günlük gazeteleri okuyordu Hüseyin Yalsız. Ülkenin içinden geçtiği seçim dönemi en çok onu yoruyordu. Bütün siyasi parti başkanlarından daha fazla çalışıyordu. O iş adamının sicilini getir, şu milletvekilinin iletişimini incele, bu partinin yönetim kurulunu merceğe al. Yabancı istihbarat servislerinin aktivitelerindeki artış da bunca yoğunluğun üstüne tuz biber olmuştu.

Mesleğinin hiçbir döneminde bu kadar cümbüşü bir arada yaşadığını hatırlamıyordu. Alttan alttan bir şeyler kıvranıyor bir şeylerin sancısı çekiliyordu ama kendisinin henüz bir bilgisi yoktu ne olduğuyla alakalı. Rus diplomatların düşmanca tavırları, Bosna-Hersek'teki diyanet kurumlarının protesto edilmesi, Amerikalı karanlık iş adamlarının ülkeye akın etmesi, kayıp Asyalılar, yanmış Rus cesetleri. Hepsini birden düşününce canı sıkıldı tekrardan. Bunca şey dönerken çevresinde, hatta ülkesinde, o sadece seyrediyordu. Olaylara müdahale edemiyor devlet aklı olarak bir şeyler üretemiyordu.

Başkan'dan da ses seda yoktu. O seçim bu seçim derken, ülkede tek konuşulan şey iktidarın kimde kalacağıydı. Her gelen kendi bekasını düşünüyor bunun mücadelesini verirken de birinci derecede önemi olan çok şeye vakit kalmıyordu.

Oturup adam akıllı hizaya getirmek istiyordu bütün yabancı istihbarat servislerini. "Benim topraklarımda kafanıza göre at koşturamazsınız lan." Diye bağırmak istiyordu. Ama nafile. Anında ipini çekerlerdi. Ülke; yönettiğini sandığımız insanlar tarafından yönetilmiyor en nihayetinde. Ülkeyi para yönetir. Bir amaç uğrunda harcanan para...

Medya yönetir. Halkın nabzını tutabilen bir medya...

Ve de yetişmiş koordineli, teşkilatlı bir kadro. Bilinen böyle bir teşkilatlanma da olmadığına göre. Ülkeyi bilinmeyen insanlar yönetiyor. MİT başkanının bile çözemediği, çözmesine izin verilmeyen insanlar...

Derin derin düşüncelere dalmışken kapının tıklatılmasıyla kendine geldi. "Müsait." Dedi. Kapı açıldı ve elinde yeni pişirilmiş bir fincan menengiç kahvesiyle Hande girdi. "Efendim kahvenizi getirdim." Dedi o neşeli ve her zaman güleç olan yüzüyle. Belli belirsiz gamzeleri, bembeyaz yüzü ve yemyeşil gözleriyle başak sarısı saçları olan güzel bir kızdı Hande.

"Sen niye zahmet ettin gözüm. Personel getirseydi ya." Dedi Hüseyin Bey.

Hande kırılmışçasına konuştu; "Ben sizin özel kaleminiz değil miyim beni neden personelden saymıyorsunuz?" dedi dudak büzüştürerek. Hüseyin bey gülerek cevap verdi. "Hem sekreterim hem özel kalemim hem de kızım gibisin. Hepsi bir arada olunca şaşırıyorum hangisi olduğuna."

Hande'nin babasıyla uzun süre Balkanlarda ve Kafkasya'da istihbarat ajanı olarak görev yapmıştı Hüseyin Bey. Afganistan'da, Türkiye yanlısı devlet başkanı adayını korumakla görevliyken vurulmuştu Hande'nin babası. Oniki araçlık konvoyu basmıştı sözde cihadist militanlar. Başkan adayının danışmanını güzergâh konusunda uyardıkları halde değiştirilmemişti güzergah. Göz göre göre ateşe girmişlerdi. Saldıranlar da hazırlıklıydı. Öyle yol eşkıyası falan değillerdi. Bildiğin profesyonel bir ekipti. Taarruz hattı kurup sızmalarla ağır ateş altına almışlardı konvoyu. Bir buçuk saat çatışmışlardı yardım gelene kadar. Yardım geldiğinde Hande'nin babası da Başkan Adayı da çoktan şehit olmuştu. O zamandan beri Hande'ye kendi kızı gibi bakıyordu Hüseyin Bey. Gerçi bakmasa bile kendi hakkından gelebilecek bir kızdı. Fazlasıyla zeki ve yetenekliydi. Çalışkanlığını da ekleyince tam anlamıyla her yerde aranan bir tipti. Oturup saatlerce ülkenin geleceği hakkında konuşabilirlerdi Handeyle. Hele ki ortalık sakinse mesainin nasıl bittiğini bile fark edemezlerdi. Onun yaşındakiler evlilik eğlence peşinde koşar dururlar genelde. Ama Hande biraz farklıydı. Sürekli ülkesiyle ilgili planlarını anlatırdı. Hiç sıkılmadan. "Keşke bende bu kadar ümitli olabilseydim" derdi kendi kendine Hüseyin Bey. "Gençliğindendir" der geçerdi en sonunda.

"Başkanla görüşmenize 2 saat kaldığını hatırlatayım madem sekreteriniz olduğumu hatırlarsınız belki böylece." Dedi Hande tebessüm ederek.

Hüseyin Bey'in bir anda tadı kaçtı. "İstediğim dosyalar hazır mı peki sekreter hanım?" diye sordu Hüseyin Bey, kahvesini Hande'nin elinden alırken. "Buyrunuz efendim" diyerek diğer elindeki klasörü uzattı Hande.

"Hasan'a haber ver yarım saate çıkıyoruz kızım."

"Hay hay efendim. Ben yerimdeyim başka emriniz olursa." Dedi ve çıktı Hande. Kapağında "ÜTOPYA" yazılı olan önündeki dosyayı incelemeye başladı Müsteşar Bey. "Metin Yavuz,Harun ve Hilal Sarp, Ezgi Yavuz, İrfan Yörük. Liseden arkadaşlar demek."

Son 5 yıllık telefon görüşmeleri temiz. 

Gizli ilişkileri yok. 

Gece hayatları yok. 

Herhangi bir yolsuzluğa karışmamışlar. 

Sicilleri tertemiz.

Ve bunlar siyasetçi.

"Oğlum ne demeye daldınız siz bok değirmenine, sizi harcamazlar mı?" dedi Hüseyin Bey kendi kendine. 

Bir yanından tuhaf bir sempati öte yanından da başkanın köpüreceği düşüncesinden kaynaklanan hafif bir can sıkıntısı basmıştı yüreğini. 

Bu adamları beğeniyordu ama haklarındaki inceleme bitene kadar güvenememişti de. Kötülük kokusu almıyordu zaten bu insanlardan. Ama bu kadar da temiz olmalarını beklemiyordu. Karmakarışık olmuştu biranda.

Telefonuna uzandı ve Hande'nin numarasını tuşladı. "Buyrun efendim" diyerek açtı Hande. "Kızım dosyanın hazırlanmasında görevli personelin tam listesini acilen istiyorum. Çıkmadan elimde olsun." Dedi ve kapattı.

Birdenbire ortaya çıkan bu insanların istihbaratta adamlarının olmasını beklemiyordu. Ama mesleği karakterine o kadar işlemişti ki hiçbir şeyin göründüğü gibi olduğuna inanamıyordu ilk seferinde. "Başkanın cidden canı sıkılacak" diye düşündü. Zor bir gün olacak zor...

Operasyon: YAVUZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin