Sevda mı yoksa aşk mı yamandır? Kavuşamamak mı yoksa kavuşup da hayatın oyunu içinde ayrılmak mı? Yoksa yıllar sonra yazgının el yazısı içinde umut kesilmişken, yeniden kavuşmak mıdır ? Ama gitmiş bir sevda geri döndürülemez ne kadar arasanda, dağ taş bırakmasanda feryat ettsende dönmüyor, döndüremiyorsun. Bu artık bir kara yazı oluyor imkansıza dönüşüyor. Nefes alamıyorsun bazen. Bir yanın boş gibi, o boşluk içini yiyip bitiriyor.Kukla gibi oluyorsun.Tam düşeceksin artık her şey bitti diyorsun, birden bir el uzanıyor nasıl bir yazgıdır bu diyorsun. Allahım ben ölümlerden ölüm beğenirken, içim içimi yerken bu insanlar nerdeydi. Son nefesini tam vereceksin, tam kendini kaybediyorsun, biri çıkıp geliyor.
Aslında bu Allahın insanlara yaptığı bir sınav gibi, sen onca yaşanmışlıklara rağmen tamam artık ben bittim dediğin zaman, bir el uzanıyor. Ya o eli tutar kurtarırsın kendini ya da acının içinde sessizce boğularak ölmeyi beklersin. Sen sabır gösterirsen, bu hayatta yaşayamasan bile diğer hayatında peygamber efendimizin dizinde uyur, Hz. Ali ile ceylanlarla gezer, pınarlarda su içersiniz. Bu hayin, adeletsizce ve acımasızca dünyadan kurtulur huzura kavuşur, rahata erersin. Yani Allah bir yerden alırsa bir yerdende verir.
Ve bunların bilincinde olan bir kadındı Dicle. Kınalı saçları, kehribar gözleri, buğday teni, melek misaliydi. Her sabah erken kalkar , saçlarını özene bözene tarar, iki yandan örür ,sonra koyunlarını tarlaya salar orda otlatır, annesiyle inekleri sağardı.Ama tek bir ineği dicle sağardı. O inek yaşlı ve huysuz olduğundan kimseyi yaklaştırmazdı kendine. Dicle onla arkadaş gibiydi.Onla konuşur, sever, boynuzlarını süslerdi. Ceylom derdi ona. Hayvanları çiçekleri çok sever, bahçelerinde renk renk çiçeklerde vardı. Köydeki en süslü dikkat çeken ev bir tek onlarındı. Şehirden köye misafir gelince onların evinide ziyaret ederdi.
Yine bir sabah kalktı, saçlarını taradı kendi diktiği çiçek nakışlı yazmasınıda taktı. Bakımlı bir kızdı Dicle. Testisini aldı çeşmeye doğru yola koyuldu. Bu çeşmenin suyuda bir farklıydı. Buz gibi bir suydu, tabi diclede bu sıcakta o buz gibi suyla yüzünü yıkadı. Sanki içindeki ağır ruh kanatlanırdı. Testisini doldurdu tam arkasını dönecekken, önündeki yılana odaklandı! Daha önce köyde çok yılan görmüş, öldürmüştür. Ama böylesine büyüklükte bir yılan görmedi. Yılanın kıvrak bir o kadar sinsi hareketleri onu korkutmaya yetmişti. Korktuğu için nefesini kesik kesik soluyordu. Yılana hareketsiz bakarken arkasından omzuna değen bir şeyle tiz bir çığlık atarak arkasını döndü. Gördüğü kişiye anlamsız bakmaya başladı. Genç adam biliyordu kızı korkuttuğunu, fazla geçmeden kalın erkeksi sesiyle konuşmaya başladı.
"Korkuttuğum için kusura bakma lakin yılanla aşk yaşaman bittiyse öldüreyim ne dersin hah."Dedi. Genç kız bu adamın onu korkutması yetmezmiş gibi onunla alay ediyor olmasına sinirlendi.
"Be-ben ne aşk yaşayacağım. Onu aniden görünce öyle..." Sesi sona doğru kısılmıştı.
"Yılanın öyle büyüklüğüne bakma zararsızdır, yani adamına göre." Dedi genç adam kızın korkusunu almak için neşelendirmeye çalıştırarak. Başarmıştıda.
"Ne demek istiyorsun?" Genç kız adamın bu patabatsızlığından dolayı arkasındaki yılanı unutmuştu. Aklına geldiği gibi de sözünü bitirmeden arkasını döndü. Ama yılan yoktu. Neydi bu şimdi? Kulağının dibindeki sesle irkildi ama belli etmedi.
"Sana demiştim. Bu kadar da korkak olma canım."Dedi Fırat. Dicle hışımla ona döndü.
"Ne korkcam be." Diye cırladı. Fırat yüzünü buruşturdu. O kızdan bu ses nasıl çıkmıştı?
"Ne çirkefleşiyorsun?" Dedi Fırat. Dicle sabır diler gibi nefes alıp. Arkasını dönerek evin yolunu tuttu, yoksa bu adam kafayı yedirtecekti ona. Ardından gelen sesle durdu.