Çantamın dış gözündeki anahtarı çıkarıp kapı deliğine yerleştirdim. Kapı kendiliğinden açılıverdi. "Annee!" diye seslendim. Görünürde kimse yoktu. Sesime karşılık da gelmedi. "Komşuya gitmiştir." diye düşündüm. Çantamı vestiyere koydum,terliklerimi giydim. Tam kapıyı kapatacaktım ki dışardan kapıya gelen bir kuvvetin de etkisiyle kapatamadım. İçeri giren annemdi ve oldukça telaşlı görünüyordu. Beni görünce afalladı ve toparlanmaya çalıştı. "Aa sen ne zaman geldin?" diye sordu bana kendini zorlayarak. "Az önce... Sen neredeydin?" diye sordum. "Yaa şey... Muazzez ablan çağırdı da çaya..." Kaşlarımı çattım dudağımı kıvırdım. "Demek öyle" dercesine. Pek inanmamıştım açıkçası. Ama üstelemedim de. Sorsam söylecek miydi ki zaten?
"Ben odama çıkıyorum." dedim. "Sıkılmıyor musun odanda sürekli? Yüzünü göremiyorum. Otur da iki kelam edelim anne kız" dedi. Anne kız? Bunu söyleyen benim annem miydi? Başına taş düşmüş olmalı diye düşünmekten alıkoyamadım kendimi. "Bunu sen mi söylüyorsun?"
"Ebru benim canımı sıkma! İyilik de yaramıyor."
Evet başına taş düşmemişti. Özüne dönmüştü. Sanırım bana iyi davranması rahatsız ediyordu beni. Derin bir nefes aldım.
"Oturalım bakalım."Garip bir şekilde mutfaktan ikimize birer çay getirdi. Yanında da bisküvi ve küçükken babamın sürekli bana aldığı çikolatalardan...
Elindeki tepsiyi masaya koydu. Bir süre sessiz kaldık öylece. Sessizliği bozan annem oldu. "Ee hadi kızım davet mi bekliyorsun? Bak en sevdiğin çikolatalardan getirdim sana."
Hafifçe tabağa doğru uzandım ve bir tanesini ağzıma götürdüm. Babamın aldıklarına benzemiyordu tadı. Onda başka birşey vardı. Eşsizdi yani ne bileyim..."Ee günün nasıl geçti?"
Annemin bu sorusu beni batırdığım gemilerden alıkoydu. "İyiydi." dedim kısa ve net bir şekilde. "Hımm iyi bakalım." Ben cevap vermeyince yine bir soru yöneltti bana." Yeni bir arkadaşın oldu mu?"
Ne alakaydı şimdi bu? "Yani yeni gelenler oldu. Neden ki?"
"Hiç merak ettim. Kızımın arkadaşlarını."Sonra yine bir sessizlik...
Çayımı son kez yudumladım. Yine o "ruhsuz" yürüyüşümle odama giden dağı tırmandım.
Günün 4/3.9 unu geçirdiğim odaya girdiğimde çantamı yatağımın üzerine fırlattım. Ardından sabahleyin onu da benim gibi ruhsuzluğa terk ettiğim pijamalarımı giydim. Yatağın üzerindeki pikeyi çektim ve yatağın içine girdim. Yorganı başıma kadar çektim.
Ve yine düşünmeye başladım. Düşünmekten iflas etmişti beynim. Hayatım gittikçe anlamsızlaşıyordu. Ama ben bir karar aldım o gün. Vazgeçmeyecektim... Hayat ne kadar vursa da ben dimdik duracaktım. Belki de güçlü oldukça geçecekti. Babamın yokluğunu hiçbir zaman geçiremezdim elbet. Hem artık ağlamak da istemiyordum. Gözpınarlarım kurumuştu artık. Onlar da dökülmeyi reddediyordu bir yerden sonra. Onlar bile bana acırken ben kendime acımıyordum. Her geçen gün daha çok yıpranıyordum.
Ne kadar dik durarsam durayım saplanacaktı hançer misali babamın yokluğu bana. Ben yine kıvrılacaktım. Evet,unutmayacaktım hiçbir zaman. Bunun için unutmaya da çalışmayacaktım. O gün... Günler... Hafızamın bir köşesinde kalacaktı hep. Ben sadece bu acıyı hafifletmeye çalışacaktım. Başaracaktım,zorundaydım...2 hafta sonra...
Herşey aynı monotonluğuyla devam ediyordu. Ama farklılaşan birşey vardı. Annem bana iyi davranıyordu. O iyi davrandıkça ben altında birşey arıyordum.
"Ebru kızım ben Muazzez ablanla yeni taşınan komşuya gidiyorum. Haberin olsun." Yaklaşık 2-3 hafta önce hemen karşımızdaki eve taşınmışlardı annemin bahsettiği komşu. "Onlar geleli ne kadar oldu yeni mi gidiyorsun?"
"Taşınmak kolay değil. Azıcık toparlansınlar diye bekledik. Neyse kaçtım ben görüşürüz."
Kapıyı üstümden kilitledi ve gitti. "Sanki bi yere kaçacağım!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İçimdeki Çığlık
ChickLitSenin hiç bir yanın eksik oldu mu? İçindeki çığlıklara cevap verebildin mi? Onları susturabildin mi? Ne kadar çığlık atarsan at, karşıdaki duvara çarpıp yine sana gelir o çığlık. Hem de daha büyük bir şiddetle. Öyle çarpar ki suratına... Bir yarad...