4

137 19 8
                                    

"Sehpada bir vazo duruyor. İçinde onu tamamlayan bir sürü çiçek. Renkleri birbirinden habersiz etrafa ışık ve göz mizamı oluşturuyorken enerji saçıyor. Ama onları köklerinden koparan kişi hala solmaması için bir vazo ve içine suyla bekletiyor. Farkında değilmidir acaba öldüklerinin?

Sessizce bir el uzanır ona. Vazoyu alır ve bütün kuvvetiyle yere fırlatır. Bin bir değişik şekillerle bin bir parçaya bölünmesi o kadar hoşnut ses bırakır ki! Anımsızdır. Anlatılamaz.

Sonra vazoyu kırmanın sebebi gelir aklına ya! işte o zaman korkarsın annenden. Haberin yokmuş gibi davranma edaların aslında o kadar belli ederki senin yaptığını. O heyecanı tatmak istedim. Sadece."

Elimde kahve boş bir masaya ilerlerken kafamı okuduğum kitaptan ayıramıyordum. Son cümleler acı bir gülüş bıraksada bu kitabı okumayı seviyordum. Adı üstündeydi 'Sevmek İçin Sev'. Kimseye çarpmamak adına kafamı kaldırabilmiştim kitaptan.

Boş masayı gözüme kestirdim. Oraya ağır adımlarım yerine büyük ve hızlı adımlarımı kullanıyordum.

Sandalyeyi çekmek için elimi sandalyeye uzattığımda benimle aynı anda bir kızda tutunca kaşlarımı çattım. Kız, kızıl saçlarıyla bembeyaz tenine uyum sağlamıştı. Güzel denilecek türdendi.

"Hey? Burası benim yerim!" sesinde aşağılayıcı tonu beni rahatsız etmişti. Sakin olmam gerekliydi.

"Peki nerden? Aynı anda geldik!" diye sesimi düz ve bir o kadar da sakin çıkmasına özen göstererek söylendim.

"Seninle uğraşamam! Randevum var! İyi günündesin!" diyerek oturacağım yerin tam karşısına oturdu. Bende kazanmanın verdiğin keyifle kitabımla ve kahvemle yerime iyice sindim.

Kitap beni oradan oraya savururken gözlerimde ki yanma isteğiyle kafamı kaldırdım. Gözlerime yakın mesafede ellerimi yelpaze yaparken ağlamamak için dudaklarımı birbirine bastırıyordum.

Göz açıma birden Utku girince az önce ki kızla gülerek bir şeyler konuşuyordu. Buradan bakılınca mutlu olduğu gözüküyordu. Yanındaki kızda heyecanını gizleyememiş her dediğine gülümseyip kızarıyordu.

Kısa bir bakıştan sonra kahvemin bittiğini ve saatin geç olduğunu varsayarak yerimden kalktım. Masanın yanından geçerken sadece başımla selam verdim.

Beni görünce şaşırmış olmalıydı. O da bana başıyla selam verince mutlu bir şekilde çıkışa yöneldim. Havanın pembe ve turuncu arasındaki lacivert uyumu bana iyi gelmişti. Yani kitaptan sonra.

Caddeleri geçerken bir kuafördeki kız dikkatimi çekti. Camın yanında duruyordu. Bana çok benziyordu ve çok şık gözüküyordu. İster istemez elim yüzüme gitti. Bende böyle olabilirdim.

Gözlerim bana benzeyen kızın gözleriyle buluşunca gözlerimi kaçırdım ve adımlarıma devam ettim.

Bizim evin sokağına geldiğimde küçük adımlarımı taşlardaki çizgilere basmamak için kendimi zorluyordum. Ama eğleniyordum işte.

Odama kendimi zar zor attım. Yorulmuştum. Fazlasıyla. Yatağımın sıcak gelen tarafı bana gel diye diretince küçük osmanımı kırmadan yatağa atladım.

Sabahın erken saatleri baş gösteriyordu. Uykum perdeden içeri sızan güneş ışıklarıyla süslenirken gözlerime o acı hissi vermişti. Yataktan ayaklarımı sarkıttım.

İki dirseğimi yataktan destek almak için dayadım. Kafamı dikleştirerek "Günaydın!" diye mırıldandım. Kime söyledim bilmiyorum ama alışkanlık olmuştu.

Ayağa kalkma mecalimi bulduğumda kuvvetle ayağa kalktım. Sallanarak banyoya ilerledim. Ellerimi yüzümü yıkandıktan sonra odama yönelmiştim ki babamın Amerika dediğini duydum.

Kulaklarım istem dışı oraya yoğunlaşırken Amerika da yeni bulunan bi tedaviyi araştırdığını öğrendim. Duyduklarım esnasında tepki vermedim. Babam benim kapıda olduğumu fark edince telefonu kulağından uzaklaştırdı.

"Ne zaman uyandın?" diye sorunca "Az önce" diyerek cevapladım. Güldüm ve elimi saçlarımdan geçirdim.

"Tedavi yok baba!!" diye bağırdım. Babam itiraz edicek olduysa bile sustu. Devam ettim.

"Görmüyor musun? Zaten o tedavide bir daha geçmiycek izlerim var! Peki buna ne demeli?" kolumun altından geçen boyluca bir neşter izini gösterdim.

"Ölücem! Anla! Korkmuyorum!" yalandı. Koca bir yalan. Ben karanlıktan korkardım. Ki mezar nasıl bir yerdi!

Dizlerim güçsüzleşince odama doğru yol aldım. Penceremin önüne geldiğimde yandaki küçük evin bahçesinde ateş yakılıydı. Aklıma bir fikir gelince elime bir kutu aldım.

Babam arkamdan gelmişti ve yaptığımı anlayamamıştı. Panomda duran hastalığım için gittiğim İtalya, Kanada, Fransa ve Polonya'daki fotoğraflarımı kutunun içine koydum.

Hızlı adımlarla babamı geçtim.

"Baba izin ver!" elimi ona burada kalması için engel yaptım. Kafasını sallamakla yetinince boğazımda koca bir yumru oluştu.

Bahçeden çıktım ve yan tarafın uzun zamandır bakılmadığı dallı budaklı sarma ağaçların arasından yan bahçeye geçtim.

Uzun zamandır burada bir oturan yoktu. Ama iyi bir mülkiyetti. Elimdeki kutuyla ateşin yanına giderken etrafta bulunan kimsenin olmadığını fark edince biraz daha olsun rahat hissettim. Fotoğrafları elime tek tek alıp atmaya başladığımda arkamdan bir ses

"Hey! Merhaba!" diyerek seslendi. Ses tanıdık geliyordu ama pek çıkaramıyordum. Arkama döndüğümde agzım şaşkınlıktan bariz 'o' şeklini almıştı. Yani artık bu evde mi oturuyordu? Hala şaşkınlığın zirvesinde olan ben sıcak gülümsemesiyle kendime geldim.

"Burada mı oturuyorsun?" parmağımla hemen eski ama bir o kadar da yeni görülen evi gösterdim. Kafasını olumlu anlamında sallayınca içimdeki manasız mutluluğa anlam veremedim.

"Peki ya sen?" birden başıma ağrı girdi ve elim başıma gitti. Gözlerim zifiri karanlıkla buluşmadan önce sadece "ben -" diyebildim.

İki DevrimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin