3

148 24 6
                                    

"Hoşgeldin Toprak!" babamın sesi tok ve sakindi. Açıkcası babamla pek konuşmazdım. Çünkü konuştuğumuzda konumuz hep hastalığım ya da almam gereken tedbirler olurdu.

Ama çok seviyorum babamı. Annem bizi bırakıp gittiğinde o arka çıkmıştı bana. Sonra hastalığım yüzünden pek insanlarla tanışamamıştı.

"Hoşbuldum babamm!" diye kollarını açıp sıkıca sarıldım. O da benim gibi sıkıca sarılıp kafama öpücük koydu. Geri çekildiğimizde

"Berke ile gittiğini sanıyordum!" ses tonunda iğneleyici ton vardı. Kaşlarımı kaldırdım ve parmaklarımı birleştirdim.

"Bende öyle sanıyordum. Ama eğlendim." deyince babamın yüzünde gülümseme belirdi. Yavaş yavaş merdivenlere yöneldim.

Tek tek basamakları çıkarken bugün olanları kafamda analiz ediyordum.

Üzerimdeki elbisenin eteklerinden tutarak aynamın karşısında dans etmeye başladım. Ben kendime bakıp acımak yerine sadece ben, ben olmayı seçiyorum.

İki yıl önce kemoterapi deki halim aklıma gelince aniden durdum. O çektiğim acılar gözümün önünde canlanınca elim dudaklarıma gitti. Üst dudağım kızarmaya ve seyirmeye başlayınca gözlerim kendime ihanet edercesine dolmaya başladı.

Saçlarım, ellerimi o değerlilerim dediğim artık cansız duran tellerine parmaklarımın arasından geçirdim.

Cama gelen taş tıkırdısıyla düşüncelerimden sıyrıldım. Allah'ım öğretemedim ben bu Berke'ye. Telefon diye alet icat edildi. Ama kullanmıyor.

Pencereye gittim. Camı açıp kafamı usulca çıkarttım.

"Rapunzel aşağı sarkıt saçlarını!" diye dalga geçince önce sesli biçimde güldüm. Sonra yatağımın altında duran birbirine bağlı üç çarşafı aşağı attım.

Aslında çarşafsız da tırmanıyordu maymuncuk. Biz çarşaf fikrini dört yıl önce kadar bulduk. Ondan önceki yıllar evimizin alt katındaki cama ve korkuluğa basarak odama geliyordu.

Odama çıktığında önce bana sarıldı. Sonra omuzlarımdan tutup yatağa oturttu.

Şu an gerçekten harika gözüküyordu. Siyah bedenine yapışık olan. t-shirtü, onu tamamlayan gri blazer ceketi ve siyah pantolonu göz kamaştırıcıydı. Ne demeli aşk insanı değiştirir.

Önümde parmak şıklatarak beni hayata döndürdü.

"Diyorum ki Utkuyla nasıldı?"

"Hı- şey iyi."

"Sadece bu mu?"

"Ne yani Berke! Daha bir saat önce tanıştığım çocuğa ne dememi bekliyordun!"

"Ne biliyim aşk falan!"

"Berke hayır! Aşık olacak zamanım yok benim! Hem oldum diyelim ya sonra?"

"Tamam peki haberi varmı?" deyince ayağımla yerdeki halıyı kaldırdım ve

"Hayır yok! Ve olmasını istemiyorum!"

"Toprak! Bebeğim! Benim minik kardeşim! Ama bak sonra öğrenirse!"

"O zaman veririm cevabı! Lütfen maymuncuk!" deyince bana baktı sonra kaşlarını kaldırdı ve

"Maymuncuk?" deyince evet anlamında kafamı salladım.

"Bunu yıllar önce bıraktığımızı sanıyordum yer elması!"

Ne? ne? ne? ama bu! Yaaa!

"Ama bu haksızlık! Onu benim eski sevgilim söylemişti. Hemde ayrıldıktan sonra!" deyip küçük çocuklar gibi trip atmaya çalışıyordum. Ben dudağımı gülmemek için ısırırken Berke kahkahayı bastı.

"Kaçıncı sınıftı...dur hatırlıyım dört mü?" bende zorlamadan gülmeye başladım.

"Hıhı!" deyince gülmeyi sürdürdük. Bana şaşkınca bakıp sordu.

"Hakikaten nasıl kabul ettin onun çıkma teklifini?"

Elimin içini alnıma bastırdım ve utançla anlatmaya başladım.

"Daha okullar yeni açılmıştı ve bizde yeni yeni alışıyorduk. Yanıma geldi ve oturdu. Sonra güzelsin falan dedi. Bende ona..."

"Ne sende mi?" kahkahası iki katına çıkınca elimle ağzını bastırdım. Eğer biraz daha yüksek sesle gülerse babam odama baskın düzenlerdi.

"Şhttt!" diye uyardım. Kafasını tamam anlamında usulca salladı.

"Ee neden ayrıldınız?"

"Utanç verici! Çocuğun üstüne kustummm!" yüzümü buruştururak ellerimle alnıma daire çizdim.

"İğkkk!" deyince koluna vurdum. Bana kucak açıp beni o güzel kollarına sardı. Anlatılmaz duygularla içim içime sığmazken bende onun beline doladım kollarımı. Hani bir abiniz olurda çok sever ama yanındayken bile doyamazsınız ya işte öyleyiz.

"Küçükken ki kuralımızı hatırlıyo musun?" diye sordu. Hala sarılmış halde "hıhı" diyebildim.

Aynı anda

"Bir bardakta olup da içilen sudan asla usanmayan tekrar tekrar içilen dostluğuz!" diye kulaklarımıza fısıldadık. Ondan ayrılıp elinden tuttum ve

"Sana göstermem gereken bişey var!" deyip onu gardolabımın yanında duran panonun önüne getirdim. Bana 'ee' dermişcesine bakarken panoyu kaldırdım.

Ağzı açık kalırken sadece

"Bu harika!" diye söylendi.

İki DevrimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin