。the girl in black

97 4 5
                                    

"Teşekkür ederim hyung! Pişman olmayacaksın hyung!" Sıkı sıkı tutup salladığım elini yüzünü buruşturarak kendine doğru hızla çekti.

"Hyung, hyung, hyung!" İç çekip kafasını bir kaç saniyeliğine çevirdi ve yeniden bana baktı. "Sırf Namjoon ısrar ettiği için işi sana veriyorum. Seni istediğimden değil."

İçeri girmek için adımlandığında arkasından gülerek eğildim. "Teşekkürler hyung. Yüzünü kara çıkarmayacağım!"

Sırıtırken üzerime giydiğim kıyafetlere ve elime tutuşturulan poşete baktım. "Saat daha dört buçuk." Kendi kendime mırıldanırken çöp bidonlarının yanından ellerimi cebime sokarak ilerledim. "Ne yapsam ki?" Ara sokaktan çıkarak hemen köşedeki kahve dükkanına girdim ve gördüğüm tanıdık yüzle gülümseyerek kasaya ilerledim.

"Hoş geldiniz siparişinizi- Jungkook?" Bana şaşkınlıkla bakan küçük yüzle gülümsememi genişlettim. "Burada ne işin var?"

"Ne o? Komşunu burada görmek seni niye bu kadar şaşırttı ki?" Önüne dönerek omuz silkti.

"Ne alırdınız?" Kaşlarını kaldırıp yeniden yüzüme baktığında düşünür gibi yapıp menüye baktım.

"Hmm... Sanırım latte alacağım. Yo, hayır. Filtre kahve. Ya da..."

Derin bir iç çektiğinde yeniden güldüm. "Tamam, tamam. Iced latte alacağım. Şurup istemiyorum."

Başını sallayıp önündeki ekrana parmağını dokundurarak siparişimi aldı ve yüzüme bakmadan fişi uzattı. "Toplamda 2796 won."

Başımı sallayıp cebimden cüzdanımı çıkarttım ve parayı uzatıp fişi aldım. "Akşam dersin mi var yine?" Para üstünü verip bana cevap vermediğinde diğer insanları bekletmemek için sıradan ayrılıp kahvemi tezgahın sonunda beklemeye başladım.

Kısa bir bekleyişin ardından kahvemle birlikte Seul'ün gürültülü sokaklarında dolaşıyordum. Reklam panolarında, idollerin doğum günlerini kutlayan yazıların yapıştırıldığı otobüslerde ve lekeli kaldırımlarda gözlerimi gezdire gezdire iki saat boyunca dolanıp durdum. Hava ufaktan kararmaya başladığında lacivert kapşonlumun kolunu çekip saatime baktım. Henüz iş başı yapmama yarım saat vardı. Kolumu düzelttiğim sırada çalan telefonumu zorlukla cebimden çıkartıp aramayı yanıtladım.

"Namjoon hyung?"

"Jungkook-ah. İşi almışsın!"

"Sayende hyung. Gerçekten sen olmasan aylak aylak gezecektim parasız pulsuz." Otobüs durağındaki otobüs saatlerinde gözlerimi gezdirdim ve bir kaç dakikaya burada olacak otobüsü beklemeye koyuldum.

"Yah... Ne önemi var? Bu akşam ben de geleceğim. Biraz alışmanı sağlarım hem. Seul'ün en popüler mekanında çalışacak olmak nasıl bir his anlat bakalım?"

Telefonun ardından gelen kıkırtılara kaşlarım hafifçe çatılırken dudaklarımı yaladım. "Heyecan verici. Sadece bir kere girebilme şansım olan yerde şu an çalışır konumdayım. Cidden... Heyecanlandım."

Kıkırtılar ve hışırtılar arttığında öksürdüm. "Hyung?"

"A-ah afedersin Kook. Sonra konuşalım olur mu? Akşam görüşürüz."

"Görüşürüz." Aniden telefonu kapatınca bir süre ekrana bakıp gelen mavi renkli otobüse bindim ve kartımı okutup ortalarda bir yere oturdum.
Gidene kadar işimin ilk gününde başarılı olup olamayacağımı düşündüm ve başladığım yere geri dönünce derin bir nefes alıp vererek kapıya ilerledim.

"Dur bakalım." Kapının önündeki güvenlik beni durduğunda poşetin içinden isim kartımı çıkartıp adamın eline tutuşturdum. Koca ellerinde tuttuğu minik kartı bir süre inceleyip bana geri verdi ve başıyla içeriyi işaret etti. Uzun aynalı bir koridoru takip edip sonunda aşağı, ana mekana inen merdivenlere ulaşınca yukarıdan aşağıyı inceledim. "Vay be... Hatırladığımdan daha da büyük."
Ağır ağır merdivenleri inerken etrafı incelemeye devam ettim ve gözlerimi tezgahın arkasında duran sarışın, siyah maskeli kıza diktim. Dikkatle bardakları kurulayıp ters bir şekilde raflara yerleştiriyordu.

R.E.DHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin