Rin
Alıştığım renge dönen ışıklarla usulca merdivenleri inip insan kalabalığının içinden geçerek tezgaha ulaştım.
"Opawa, pinot noir." Çantamı tezgaha koyup sandalyeye, Taehyung ve Namjoon'un arasına oturdum.
"Hoş geldin." Tuhaf bir şekilde bana bakıp gülümseyen Namjoon'la ona bakıp hafifçe gülümsedim ve düz bir ifadeyle önüme döndüm.
"Bu kim?" Önümdeki, daha önce hiç görmediğim, keskin yüz hatlarına ve kaslı bir vücuda sahip olan çocuğu gösterdim. Belden aşağısını göremesemde hemen hemen malını tahmin edebiliyordum ve belden yukarısı bile yeterince iyi gözüküyordu.
"Bu Jungkook. Liseden arkadaşım. Bugün işe başladı." Namjoon'un açıklamasının ardından Jungkook başını hafifçe eğip önüme kadehi bıraktı. Ben de kafamı teşekkür etmek için hafifçe eğip kadehi ve çantamı alarak ayaklandım. Sahnenin hemen solunda duran yuvarlak koltuğa ilerleyip güzelce yayılarak şarabımı yudumladım. Çantamdan çıkardığım sigara paketinden bir dal alıp dudaklarıma götürdüm ve yakıp paketi sehpanın üzerine attıktan sonra bacak bacak üstüne atarak dumanı kırmızı ışıkların arasına doğru üfleyip dağılışını izledim. Benim sevdiğim tarzda çalan müziklerle keyfim iyice katlanırken yanıma oturup kollarını göğsünde bağlayan sıska bedene baktım.
"Biraz daha geç gelemez miydin? Işıklar gidince bütün ilgi dağıldı..." Söylediğiyle alayla gülüp şaraptan bir yudum daha aldım.
"Sana benim mekanımda var olmanın kolay olmayacağını söylemiştim. Seni uyardım, sen dinlemedin." Dudaklarımdaki sigaradan büyük bir yudum alıp dumanını dişlerimin arasından yavaşça verdim. "Benim suçum yok."
Yüzünü ekşitip homurdanarak ayıcığını daha yakınına çekti. Daha fazla konuşmadan içki almaya gittiğinde telefonumu çıkartıp gelen tonla mesaja ve isteğe bakarak iç geçirdim."Doluyum, doluyum, doluyum... Ah hiç boş günüm yok ki..." Sayfayı aşağı kaydırarak tarihlere ve saatlere bakarken sigaramı içmeye devam ettim.
"Ne yapıyorsun?" Telefonuma kafasını uzatan Aphrodite'le geri çekildim ve ekranı kitledim. "İşlerimi hallediyorum. Mesafeni koru."
Bir kez daha o şımarık yüz buruşturmasını yaparak yeniden yanıma kuruldu ve bacaklarını ayıcığına doğru uzatıp pipetinden büyük yudumlar aldı. "Hiç boş günün yok diye duydum."
"Senin aksine." Yarım ağız gülerken sigarayı söndürüp bardaktaki şarabı dikledim ve ayaklandım. "A a, bak saat kaç olmuş. Gitsem iyi olur." Yapmacık bir şekilde gülümseyip kaşlarını çatarak bana bakan Aphrodite'i geçerek müşterime numarasını verdiğim odaya ilerleyip kapının üzerindeki anahtarı çevirdikten sonra içeri girdim ve kapı kolundaki 'Dolu' kartını dış kapı koluna asıp kapıyı kapadım.
Derin bir nefes verdikten sonra yeni temizlendiği belli olan odanın deterjan kokusunu içime çektim. Burnumun yandığını ve başıma inceden bir ağrı girdiğini hissederek yatağın yanındaki komodinin üzerinde duran yaşlı, rengi beyazdan beje dönmüş telefonu elime alıp tezgahın numarasını tuşladım. Sesi tanıdık gelmeyen biri konuştuğunda kaşlarımı çattım.
''Sen kimsin?''
''Jungkook. Siparişinizi alabilir miyim? Burası biraz yoğun da.''
''Deminkinin aynısından.'' Telefonu tam kapatacaktım ki yine yeni çocuğun sesini duyunca elimi durdurdum.
''Affedersiniz ama buraya gelip giden bir sürü insan oldu. Maalesef size az önce istediğiniz içeceğin aynısından göndermem, hatırlayamadığım için mümkün değil."