Gözlerimi araladığımda sanki hiç kapatmamışım gibi hissettiren bulanık, buğulu, nemli görüntü... Başımı döndüren ve midemi bulandıran parlak kırmızı ışıklar... Odanın dört köşesine dağılmış parfüm ve yoğun ter kokusu... Etrafa saçılmış, paçavraya dönmüş giysilerim... Buranın cehennem olmadığına emin miydim?
Genç kız uyanmanın (!) verdiği yorgunlukla kafasını duvardan kaldırmadan etrafını inceledi. Kaç saattir uyanık olduğunu bilmiyordu fakat hala yorgundu. Bedeni hırpalanmış, yaralanmış ve belli bölgeleri tahriş bile olmuştu. Ayağa kalkmakta zorlanıyor, bacakları zangır zangır titriyordu.
Buradan böyle ayrılamam. İnsanlar beni bu halde görürlerse ben biterim, diye geçirdi içinden. Bütün bu itibar meselesinin şu an bir önemi var mıydı? Kesinlikle berbat haldeydi ve yardıma ihtiyacı olduğu da açıktı.
Şimdiye dek kimsenin yardımına muhtaç olmamış olan Rin, bir küçük yorgunluk için mi yardım isteyecek, dedi kendi kendine.
İddialı sözleri kendisini bile ikna edemediğinde emekleyerek tezgaha ilerledi ve telefonu kavrayarak bar tezgahını çaldırdı. Bir çaldı, iki çaldı, üç çaldı... Cevap gelmedi. Bu saatte kimse yok muydu? İmkansıza yakın bir ihtimaldi. Tekrar denedi. Bir çaldı, iki çaldı, üç çaldı...
"A-alo?" Rin, karşı taraftan gelen, çıkaramadığı sesle beraber kaşlarını çattı.
"Sen kimsin?" Sesi kısılmışken zar zor konuşabildi.
"Jungkook. Nasıl yardımcı olabilirim? Odalarda kimse kalmadı sanıyordum."
"Yardımına ihtiyacım var..." Genç kız konuşmasının hemen ardından elini hızla boğazına bastırdı. Ses telleri parçalanmış gibi hissediyordu.
"Geliyorum." Jungkook'dan cevabını aldığında telefonu yere bırakıp bu seferde sırtını tezgaha yaslayarak beklemeye başladı.
Tamamen çıplak ve morarıklıklarla kaplı olması umurunda değildi. Daha evvel onu kimse böyle görmemişti ve şu an tanımadığı bir oğlanın onu böyle görmesi de pek takmadığı bir şeydi.
Kapı tedirgince açıldığında kısık gözlerini oğlana yönlendirdi. Jungkook ise utancından kızarıp bozarmış, eliyle gözünü kapamıştı.
"Ne için yardım lazımdı?" Dudaklarını birbirine bastırdı genç oğlan.
"Jungkook... Beni eve bırakır mısın? Kimse görmeden." Rin boğazındaki bıçak hissiyle yüzünü buruşturdu.
Jungkook ne olduğunu bilmemesine rağmen başıyla onaylandıktan sonra odaya girip kapıyı kapadı. Yerdeki kıyafetlere göz gezdirdikten sonra sağlam kalan tek parça olan ceketi Rin'e çok bakmamaya çalışarak, dikkatlice giydirdi.
"Yüzünü yıkamak ister misin?"
Jungkook'un sorusuyla Rin şişmiş yüzünü ona çevirdi. "Sanırım buna ihtiyacım var."
Tuvalete gitmek için yaptığı ilk hamlede başarısız olup Jungkook'un üstüne yalapaladığında, azimle bir daha denedi. Nihayet poposu yerden ayrılıp rahat bir nefes alabilmişti ve ayağa kalktığı için mutluydu. Çabucak lavaboda yüzünü yıkayıp odadan çıkmışlardı. Kendisini yüzünü yıkadıktan sonra biraz daha iyi hisseden Rin, saçlarını eliyle düzeltip ceketi daha düzgünce giydi.
Odadan çıktıklarında Rin etrafa göz gezdirdi. ''Çantamı aldık mı?''
''Aldık, aldık merak etme.'' Jungkook Jui'den aldığı araba anahtarıyla kapıları açıp Rin'i dikkatlice arabaya bindirdi. Ev adresini, sesi hala kötü olan Rin'den öğrendikten sonra arabayı çalıştırarak yola koyuldular.
Jungkook, olayın ne olduğunu, haliyle gördüğü manzaradan sonra, tahmin edebiliyordu ve çalıştığı yerde böyle şeyler olduğunu bilmediği için hiç de hoşuna gitmemişti bu durum. R.E.D bir gece kulubü olabilir ve Rin de 'böyle' bir iş yapıyor olabilirdi ancak kimse onu kendisiyle birlikte olmaya zorlayamazdı.
Evden içeri girdiklerinden daracık bir koridor karşılamıştı onları ve yerlere saçılmış kıyafetler. Duvarlarda kaymış çerçeveler ve soyulmuş duvar boyaları... Jungkook, Rin'in iyi para kazandığını düşünmüştü. Neden böyle yaşıyordu öyleyse? Pis, küçük ve dağınık bir evde. Kendisi öğrenci olmasına rağmen daha büyük bir evde yaşıyordu. Odasına vardıklarında yataktaki kıyafet yığının arasından kafasını kaldıran küçücük köpeğe baktı Jungkook. Ne şirin bir şeydi böyle. Ayrıca Rin'i gördüğüne de pek sevinmişti.
Jungkook Rin'i yatağa, ufaklığın yanına bırakıp sırtını dikleştirdi ve etrafa bakındı. Odası da aynı evin kalanı gibiydi. Sadece daha çok ışık alıyordu.
''Teşekkür ederim yeni çocuk. Kahve içmeye kal derdim ama...''
''Halin yok, biliyorum. Zaten sen bu haldeyken yoramam seni. Başka bir yardımım dokunur mu?''
Rin kafasını iki yana salladı. ''Tek istediğim dünkünden daha iyi bir gün geçirmek.'' Jungkook Rin'in bu cevabı üzerine kafasını sallayıp kenarda duran not kağıdına telefon numarasını yazdı.
''Bir şey lazım olursa çekinme.'' Gülümseyerek ayrıldı evden.
Rin
Jungkook evden gittikten sonra tutmaktan gözlerimi acıtan yaşlarımı salıverdim. Göğsüm ağrıyordu sanki. Bıçak batar gibi. Tommy, minik köpeğim, ağlamamı gördüğü gibi göğsüme kıvrılmış ağlamamam için teselli ediyordu beni.
''Bir şeyim yok bebeğim. Üzülme. Her şey yoluna girecek.'' Kendime mi yoksa ona mı söylüyordum bu sözleri bilmiyordum. Ayrıca her şey nasıl düzelecekti onu da bilmiyordum.
''Sadece Namjoon'la konuşmam gerek. O halledecektir.'' Ağlamam hıçkırıklarla harmanlandığında Tommy'i kucağımdan indirip kendimi duşa attım. Öyle sert lifledim ki cildimi, kırmızılıkların her birini yenisi aldı. Aklıma doldukça o pis ve kötü anlar, daha da çok sürttüm lifi tenime.
''Ne oldu böyle Rin?'' diye düşündüm. ''Hani çok güzel olacaktı hayatın? Kimse önünde duramayacaktı senin, ne oldu? Mükemmel oldu bak her şey. Her gün para için başka başka adamların koynunda yuvarlanıyorsun. Bazen tartaklanıyorsun, bazen ölecek gibi oluyorsun. Para mıydı bunca zaman istediğin şey senin? Düştün para için bu kadar? Neden okumadın Rin? Hani hayallerin vardı senin? Annen gibi onlar da uçup gitti mi? Hem anneni hem kendini kaybettin Rin-''
Sus diye çığlık atmak istedim kendi iç sesime. Kafatasımın içinde yankılanan o sese... Susmadı ama o. Konuştukça konuştu, lifledikçe lifledim ben de cildimi. Kanayana kadar.
Jungkook
Soyunma odasında kendi kıyafetlerimi giyindikten sonra çıktım R.E.D'den. Sesini özlediğim kızın yanına gidiyordum yine. O beni görmek istemiyordu ben ise yanından hiç ayrılmak istemiyordum. Kafeye adım atar atmaz duyduğu çan sesiyle kafasını kaldırmış, ışıl ışıl parlayan gözleri beni bulmuştu. Gülümsemiştim hafifçe ona, bana karşılık vermeyeceğini bilsem de. İlerleyip karşısında durarak duvarda asılı menüye bakındım her zamanki düşünür ifademle. Düşünmüyordum hiç bir şey, ne alacağımı gayet iyi biliyordum. Sadece yanında biraz daha kalmak istiyordum o kadar.
''Jungkook, her zamankinden veriyorum. Diğer müşteriler bekliyor bak.'' Kafasıyla arkamdaki insanları işaret etmişti. Tek istediği beni başından atmaktı halbuki, neden diğer insanları bahane ediyordu ki?
''Tamam.'' Suratım düşmüş bir şekilde parayı ödeyip kenara çekildim hızlıca. Sonra bugün olanlar doldu tek tek aklıma. Rin'in yüzü, sesi ve kokusu bir bir yeniden canlandı gözlerimin önünde. Kasanın arkasını buldu derhal gözlerim, bana doğru gelen bedene. Yoğun kahve kokusunda bile burnumu dolduran kokusu, aynıydı. Büyümüş gözlerimi bulan kısık kahvenin en koyu tonu gözleri, aynıydı. Al al olmuş şeftaliyi andıran yanakları ve kiraz dudakları, aynıydı. Odağımı değiştirmemi isteyen ses tonu, aynıydı.
Rim ve Rin aynıydı.
Long time no see.