Kenti; at arabalarının tıngırtıları, gazete satan çocukların boğazı yırtılırcasına yakarışları ve rüzgarın o ılık esintisi sarmıştı. Tüm bu olanlar gelen yazın habercisiydi. Neşenin, belki huzurun ve en çokta güzel kokulara bezenen güllerin.
Ağaçlar yeşillenmeye, güller kızarmaya ve kokulara bezenmeye çoktan başlamıştı. Sakuralar da yavaş yavaş boy gösteriyordu artık. Mutluydu bu yüzden Yerin. Günün her belli vakti kendine özel bu yere gelir, gülleriyle ilgilenirdi.
Burası annenin ve babanın ona karışamadığı tek yerdi. Gülleriyle olabildiği tek yer.
"Hadi ama niye o güzel yapraklarını bana göstermemekte bu denli inat ediyorsun? Kardeşlerinin gerisinde kaldın."
Bir cevap beklercesine ellerinin arasındaki güle baktı Jung. Bu durum komiğine gidiyordu. İyice delirdiğini düşündü.
"Sadece takılıyorum. Sen bana bakma. Kırmızılarının sende kalmasını istiyorsan, pekala, olur. Seni böyle de sevebilirim," ellerinin arasındaki o zarif ve daha kırmızısını patlatamayan güle, tüm sevgisiyle bakıyordu. Bugün giymeyi tercih ettiği o askılı siyah pantolonu ve beyaz gömleği ona öylesine güzel yakışmıştı ki, o bir türlü açamayan gül bile aniden açıverirdi bu güzelliğe.
"Seni böyle de sevebilirim. Ama rica ederim kuruyayım deme, olur mu? Anlaştık mı?" Hafifçe gülerek ellerinin arasındaki gülü bıraktı kız. Mutluydu. Gülleri sağlıklı ve güzeldi.
-○-
"Bakıyorum da hala güllerin ile bir çocuk gibi ilgileniyorsun. Hiç değişmemişsin Jung, hala bıraktığım gibisin."
Duyduğu ses karşısında afalladı kız. Bu sesi bir daha ne zaman duyacağını merak ediyordu hep. Bir rüya olmalıydı bu.
"Yuna! CHOI YUNA!"
Şaşkınlıktan ne yaptığını bilemez halde dönüp seslenmişti karşısındaki kıza ve kalbi küt küt atıyordu. Ne kadar büyümüş, ne kadar da güzelleşmişti küçük arkadaşı.
"Aman Tanrım, benim güzel arkadaşım. Buradasın, evet işte karşımdasın. Ah, aman Tanrım."
Küçükken, şimdi de olduğu gibi fazlasıyla dostu yoktu Yerin'in. İnsanlar ile olan ilişkisinde her daim tam bir fiyaskoydu. Ama bir istisna vardı ki o da senelerdir göremediği sevgili arkadaşı Yuna'ydı. Şimdi o, böyle koca bir tebessümle karşısında durduğu için Tanrı'ya binlerce kez şükretti.
"Hey, hey. Dur bakalım koca bebek. Boynumu kıracaksın!" O anın heyecanıyla öyle sarmış olmalıydı ki dostunu ancak bu ikazla kendine gelebilmişti. Şapşaldı ve ona karşı cidden bir dolu özlem hissediyordu.
Oyun oynadıkları zamanların üstünden; yağmurlar, karlar, güneşler geçmişti. Özleme karışmıştı günler, mevsimler. Şimdi buradaydı ve mevsimler özlemle olan bağını kesebilirdi.
Mevsimler özlemle olan bağını keserdi belki ama gül fidelerinin arkasında bu sıcak kavuşmayı izleyen kız ne yapacaktı?
-○-
"Demek bunca süre Londra'daydın. Ne güzel."
"İnan güzel değil. Buradan uzak kalmak ve birilerinin verdiği emirleri yerine getirmek zordu. Hatta sana tüm içtenliğimle, tüm gün şu güllerle konuşmanı dinlemeyi tercih edebileceğimi söyleyebilirim."
İkisi de gülmüştü. Rüzgar tatlı tatlı esiyor, yapraklar eş zamanlı okşanıyordu. Hoş bir sohbet ve güzel bir arkadaşlık. Bundan başka ne isteyebilirdi o an için Yerin.
"Birçok arkadaş edindim. Yanlış anlama sen farklısın canım." Hafif bir kahkaha yine.
"Kullanma şu kelimeyi. Hoşlanmıyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
▪soleil
FanfictionGüneşti o. Saçları güzel, elleri incecikti. Sımsıcak bir sevgiydi.