RUHANİ ÇAĞRILAR

940 184 120
                                    

                   Bıçak gibi çığlığım boğazımda yara açacak türdendi. Endişeli gözler, gözlerimi yakaladı. "Korkmayın!"  Beni tutup kaldırırken hızla arkama döndüm ve o karartıyı, kasvet dağıtan ağaçların arasında aradım. Etraftaki ağırlık bedenimdeki damarları zonklatıyordu. Gözlerim durmadan çevremi tarıyordu, "iyi misiniz?" demesiyle adama tekrar döndüm. Adamın varlığı içimi dindirmeye başlasada korkudan dudaklarım kitlenmiş gibiydi. Cevap veremeden sadece olabildiğince uzaklara ya da olabildiğince yakına bakıyordum. "Gelin lütfen, ileride taverna var biraz soluklanırsınız." Adam oldukça nazikti. Daha fazla beni orada bulundurmak istemiyordu. Gözlerimi çevremden ayırmadan, ağzım kupkuru olsa dahi yutkundum ve başımı salladım. Beni yolda baygın bulan adam ya da lord her kimse cidden endişelenmiş görünüyordu. Kolumu bırakarak, "buyrun" dedi. Yerdeki ayakkabıyı tekrar giyip önüne geçtim ama önden yürüsemde tedirgince adım atıyor, bastığım yeri on kere yokluyordum. Gece olduğundan mı öyle gözüküyordu bilmiyorum ama toprak sanki vebalı ve her an vebasını bulaştıracak gibiydi. Belkide korkuya teslim olmuş zihnimin saçmalıklarıydı.
               Düşmeden önce gördüğüm ışık bir tavernaya aitti demek. Bir an önce oraya gitmeliydim. Başımdaki baskı ellerimle o bölgeyi tutma isteği doğursada açıklayamayacağım hareketler yapmayacaktım. Kalbimin çarpıntısı ise orada bir enkaz bırakacakmış gibi hızla atıyordu. O şey her neyse bana geliyordu bunu biliyordum ve hissediyordum. En kötüsüde hissetmekti. O varlığı nasıl hissedebilirdim ki? Bana her yaklaştığında üstüme çöken ağırlıkla ruhum küçülüyor ve içime büyük bir boşluk işliyordu adeta. Başım sanki bir kelepçe yardımıyla sıkıştırılıyordu ve bu olanlar o yaklaştıkça daha da artıyordu.
Göğüsümün üzerindeki ağırlık tavernaya yaklaştıkça kalktı. Tavernaya girince  ise tamamen silinmişti. Adam bana dönerek kulağıma doğru eğildi, "hiç iyi gözükmüyorsunuz." İçeride çok fazla insan vardı. Ter kokusu içki kokusuyla karışmış ve insanlar bu kokudan hiçde şikayet etmiyor gibilerdi. Havadaki ağır duman etrafta kol gezerken ortamı loşlaştırıyordu.
             Gözlerimi adama çevirmeyip etrafı süzüyordum. Neyse ki tek kadın ben değildim. Bazı kadınlar adamların kucaklarında kahkahalar atarak ellerindeki tahta bardaklardan içki içerken bazıları dans ediyordu. Bazılarıysa... gözlerimi direk onlardan çektim.
        Duvarlar eskimişti ve bir çok büyük tahta sütun vardı. Gözlerimi adama çevirince, devam etti. "Bu arada ben Glen, Glen Garner," uzattığı elini tutarak, "Nancy Burns," diye bilmiştim. Neyse ki adam ne olduğunu anlatmam için ısrar etmiyordu ama beklediğini biliyordum. Elimi çekerek enseme götürdüğümde boncuk boncuk terlediğimi hissettim. Orada yaşadığım psikolojik mi, bedensel mi veya ruhani bir baskı mıydı bilmiyorum ama bana her türlü zarar verdiğini biliyordum. O anı atlatmak gerçekten bedenimi bitkin düşürmüştü. Yanımıza yaklaşan iri yarı adam elindeki içkiyi yudumlayıp, "nereye kayboldunuz Lordum," diye üç kelimelik cümle kullansada, zil zurna sarhoş olmasından dolayı dedikleri zor anlaşıldı. Beni sonradan farkedince, "bu evsizde kim?" diye Glen'e soru yöneltti. Elbisem çamura bulanmış, saçlarımın bazı yerlerinde kalan samanlar ve yüzümün de kirli olduğunu gayet iyi biliyordum. Özellikle eteğimin pile kısmı kirden kapkara olmuştu artık. Adam sonuna kadar haklıydı. Lord sarhoş adamın sorusunu yanıtlamadan, "başka masaya geçeceğim ve bir kap yemek gönder," dedi. Demekki lord başka kişilerle buraya gelmişti. Sarhoş adamın işaret ettiği yere doğru hareketlenince onunla birlikte oraya yöneldim. Birde onu burada kaybedemezdim.
                 Oturduğu masanın karşısına oturdum. O konuşmaya başlamadan ben dudaklarımı araladım. "Sanırım bir köpek peşime takıldı," gözlerimi hızla kaçırıp tavernanın içine bakındım. Lord, "ama ben arkanızda bir köpek görmedim," dediğinde gözlerimi ona çevirmek zorunda kaldım. "Sanırım sizi görünce uzaklaştı," diye bilmiştim. Çok basit bir cevaptı. Daha kaliteli bir yalan bulmam gerekirdi. Yine tavernanın içine bakınmaya devam ettim. Bunu kasti yapmıyordum. Sadece ilk defa böyle bir yerde bulunuyordum. Gözlerim bu sefer tavernanın büyük işlemeli kapısına aldı. Kapı aralandı ve üstten sarkan zile çarptı. Zil çınlarken içeri siyah giyimli bir adam girdi. Pelerininin kapüşonu, gözlerini karanlıkta bırakacak kadar önüne doğru çekiliydi. Kıyafetler bana hiçte yabancı değildi. O buradaydı. Zehir buradaydı.
Yüzüm nasıl şekil aldı bilmiyorum ama lord bakışlarımı fark etmişti. Daha fazla dikkat çekmemek adına gözlerimi lordun gözlerine sabitledim. Derince nefes alırken lord başını çevirip baktığım yeri görmek istedi. Hızla dikkatini dağıtmak için, "siz beni nasıl buldunuz?" diye soru düşü verdi dudaklarımdan. Sorumla birlikte gözleri kapıya almadan tekrar bana dönerken saniyeler içinde kapıya baktım ki Zehir orada değildi. Lord hafifçe gülümseyerek, "biraz temiz hava almak için dışarıya çıktım," yüzündeki gülümsemeyi silip devam etti, "sonrada çığlık işittim," dedi. "Dışarıya çıkmanız iyi olmuş. Hem beni buldunuz hemde ciğerleriniz biraz kaliteli nefes aldı en azından," iyice batırıyordum. Hafifçe gülümsediğimde daha da batırdığımın farkındaydım. Lanet olsun artık şunu keser misin? Sitemlerimle kendimi azarlarken lordda gülümsemişti. Derin bir nefes alarak içimdeki curcunayı bastırmaya çabaladım. Acaba zehir neredeydi? Yine beni kaçırdığı o günki gibi giyinmişti. Kendimi toplayıp sakince, "Saraydan sonra eve dönmek konusunda şansım pekte yaver gitmedi," diyerek konuyu değişi verdim. "Aslında saray kapısından çıktıktan sonra yolu takip etmeniz yeterliydi." Adam sonuna kadar haklı ama o muhafızın beni saray kapısından değilde başka kapıdan çıkardığını söyleyemezdim. O işi, pek istemesemde Brice'a bırakıcaktım. Olduğunca gülümsemeye çalıştım. "Aptallık bende, fazla meraklıyım."
Mekan gürültülü olsada aramızda gereğinden fazla sessizlik olmuştu. Neyse ki garsonun lordun önüne koyduğu tabak o sessizliği bozmuştu. Lord garsona dönmeden, "tek şekerli kuş burnu," dediğinde garson düşmek üzere olan pantolonunu zar zor çekerek, "yani her zamankinden," diye üsteledi. Lord eliyle onu kışkışlarken bende ilerdeki laf dalaşına tutuşan iki budala herifi izliyordum. Amacım kavgalarını izlemek değil sadece Zehir'i bulmaktı. Çünkü kalabalık o yöndeydi. Daha fazla dikkat çekmeden lordun önüme ittiği tabağa baktım. "Ben aç değilim sizin için söylemiştim," lorda gülümseyerek hiç itiraz etmeden teşekkür ettim ve tahta kaşığı aldım. Karnımın gurultusu itiraz edersem içten içe kendini yiyeceğini belli eder gibiydi. Kaşıkla tabağın içindeki yemeği bir iki tur karıştırdım. Sulu bir sebzeli yemekti. İlk defa yiyecek olsam bile sebzeli olması benim için sorun teşkil etmiyordu. Ard arda kaşıklar alırken lord gözlerini benden ayırmıyordu ama şu an onu görmeyecek kadar açtım. "Daha iyisindir umarım," dediğinde başımı sallayarak tekrar yemeğe gömüldüm. O sırada masamızın başında ansızın biri durdu. Başımı tabaktan kaldırdığımda Brice'ın kahverengi gözleri bana çevriliydi. Artık ona Zehir diyemiyordum çünkü siyah kıyafetinin yerinde bu günki koyu mavi üniforması vardı. Amaçsızca o kıyafet değiştirdikçe bende kıyafete uygun ismini değiştiriyordum. Ağzımdaki son lokmayı yutarken lord, "Brice bu ne tesadüf?" dedi. Brice gözlerini hızla lorda çevirerek, "evet lordum burası sık uğradığım bir yerdir," diye yanıtladı. Brice bana dönerek, "senin ne işin var burada?" sesini şaşırmış gibi tutmaya çalışsada altında yatan imayı hissediyordum. Şu an suçlu kedi yavrusu gibi ona baktığıma emindim. O esnada lord benden önce davrandı. "Sanırım küçük hanım kaybolmuş," dediğinde Brice hala imalı imalı gözlerimin içine bakıyordu. Bakışlarının tam olarak anlattığı şey Dediğime geldin mi? idi. Gözlerimi tabağıma götürdüğümde, "evet" diye lordu onayladım. Daha doğrusu lordumu onayladım onu mu bilemiyordum. Çünkü ormandaki o şeyin ne olduğunu bilmesemde bir köpek olmadığına gayet emindim.
Brice derin bir nefes alırken lord bana bakıyordu. Cidden bu adam neden sürekli bana bakıyordu? Brice, "sorun yoksa seni artık eve götüreyim," dediğinde lord, "yemeğini yiyordu," diyerek ona karşılık verdi. Bence adam gayet mütevazi ve iyiydi. Brice'ın onu bu kadar büyütmesine anlam vermek zordu. Brice, "eminim Valencia seni çok merak etmiştir," bu cümlesindede bir ima vardı. Açıkçası şansımı daha fazla zorlamakta istemiyordum. Tahta kaşığı masaya bırakarak ayağa dikildim. "Aslında haklısınız, Valencia'yı daha fazla korkutmak istemiyorum," lorda dönerek elimi uzattım. O elimi sıkarken, "her şey için teşekkürler," gülümsemesi yüzüne yayılırken bu görüntüye tutulmayacak kadın tanımıyordum ama neyseki benim ilgi alanımda değildi. Birde burada gönül işlerime vakit ayıramazdım.
                      Brice dışarıya çıkınca adeta attığı her adım yeri sarsıyordu. Tavernanın arkasına giden yola döndüğünde o kusursuz siyah atı yerdeki otları yiyordu. Karga sesi kulaklarıma dolarken sesin geldiği yere, pencereye konmuş kargaya baktım. Tekrar önüme dönüyordum ki ellerimin içine doğru yükselen bir uyuşma hissettim. Birbirini ovuştursamda sanki iyice artıyordu. Brice söylenmeye başlamıştı. Sesinin seviyesine hakim olsada sinirli sinirli bir şeyler mırıldanıyordu. Ona ilgimi veremeden bu sefer ellerimde yanma belirdi. Yanma şiddetini kesmeden artmaya başladığın da binek hayvanların su içmesi için içi oyulup su doldurulmuş kütüğe gözlerim aldı. Hızla oraya yönelirken Brice hala söylenerek atın eyerini sağlamlaştırıyordu. Diz çöküp ellerimi suya soktuğumda hafifçe buhar çıktığına yemin edebilirdim. "Brice!" Sesime korku sarılmıştı. Brice eyeri bırakmadan başını bana çevirirken, "Ne var?" sesi oldukça sinirlenmiş çıkıyordu. Beni görünce ise kaşlarını iyice çatarak, "ne yapıyorsun sen?" dedi.
           Kollarımdan içime doğru tırmanan bir şeyler vardı. Ellerimdeki sıcaklık göğüslerimin arasından karnıma doğru uzanıyordu ve yine o revirde olduğu gibi kollarımdan bir şeyler çekiliyordu. "Ne haltlar peşindesin?" diye söylenirken daha fazla sinirlenmişti. Nedensizce nefes nefese kaldığımda, "ellerim, ellerim yanıyor." Kollarımı çıkarmadan ona döndüğümde yüzündeki gerginlik bu sefer sinirden değil beni anlayamadığındandı. "Dışarıya çıktıktan sonra ellerim uyuştu daha sonra yandı. O yanma şimdi göğüslerimin arasından karnıma kadar uzanıyor ve kollarımdan bir şeyler çekiliyor." Yüzüm ve sesim ağlamaklı olunca Brice ciddiyetimin farkına varmıştı. Hızla bana yaklaştı ve yanıma çöktü. Yüzüme bakıyordu. Terden su olmuştum ve yüzümün bembeyaz olduğuna emindim. Elini yanağımla boynumun arasına yerleştirdi. Yüzündeki gerginlik iyice artmıştı. Durgun ama temkinli bir sesle, "ateşin var hemde fazlasıyla," diyerek etrafına bakındı. Kaşları yine hafif çatılıydı. "Yemek dokunmuş olabilir, kendini kusturmaya çalış." Yüzümü ekşiterek, "nasıl?" dedim. Gözleri beni buldu ve ifadesizce yüzüme baktı. İkimizde nasıl yapmam gerektiğini biliyorduk. "Ama, ama daha yeni yedim. Bu kadar çabuk etki etmesi çok saçma." Ellerim bir kez daha yandı. Dişlerimi sıksamda iniltimi durduramadım. Brice etrafa bakıp tekrar bana döndü. "Biliyorum ama aklıma başka bir şey gelmiyor."
               Fısıltılar usulca kulağımı tırmaladı. Gözlerimi yumduğumda, "ne oldu?" dedi. Sesi sona doğru bulanıktı. Bu sefer fısıltılar sadece kulağımın dibinden değil her yerden geliyordu. Sanki geçebilirmiş gibi dişlerimi ve gözlerimi sıkarak başımı salladım. "Anlat bana hadi," ses yine bulanıklaştı. Ellerini belime dolayıp ayağa kaldırmasıyla kollarımın sudan çıkmasına neden oldu. Yanma artmamıştı ama azalmamıştıda. Bedenim ve başımı ayakta zor tutuyordum. Yine o ağırlık çöküyordu üstüme. Kara bulutlar göğüsüme birikiyordu adeta, korku duymaya bile fırsatım yoktu. Bir şey beni etkisi altına alıyordu biliyordum. Direndim, olduğu bile şüpheli  olan kötü hislere amaçsızca direndim. Gözlerim yarı açıktı başım bir sağa bir sola düşerken tekrar tekrar diklemeye çalışıyordum. Fısıltılar dipsiz bir kuyudan yankılanarak geliyordu sanki. Benimle iletişime geçmeye çalışan Brice'ın ara ara sesini işitsemde ona ulaşamıyordum.
Brice belimden tutarak beni kendine dayadı. Tekrar direndim. Adeta yerin altındaki zebaniler beni yanlarına istiyordu. Ölümü istiyorlardı. Fısıltıların arasından derinlerden gelen çığlıklar ulaşıyordu kulağıma.
       Kollarımda eller hissettim. Tekrar direnerek gözlerimi yarıya kadar açtım. Brice'ın sert kaşları yumuşamış ve gözlerini bileklerime dikmişti. Bileğimi tutup yüzüne yaklaştırdı. Bir an küfür edecek sandım ama sadece baş parmağını bileğimde gezdirdi. Bileğimi bırakırken görüşüm netleşiyordu. Elimi havaya kaldırdım ve dokunduğu yeri görmek istedim. O sırada elbisemin göğüs kısmının ortasındaki bağlarını çözmeye başladı. Tam onu durdurmak için elimi göğüslerime götürecektim ki havaya kaldırdığım bileğim gözlerimde parıldadı. Kolumdan bileğime ve bileğimden avuç içime giden mavi pırıltılar adeta ben burdayım diyordu. Kolumdan, cılız küçük şimşeğe benzer ışınlar bilek kısmımda daha yoğundu. Ağzım aralanırken Brice'ın göğüsümün arasına dokunuşları ürpermeme sebep olarak beni kendime getirdi. Hızla gözlerimi göğüslerime çevirdim ve neyseki yarıya kadar çözdüğünü gördüm. Daha sonra da...
Lanet olsun bu da neydi?
Bileğimdeki mavi ışınlar göğüsümün arasında bin kat daha fazlaydı. Kırık ışınlar halinde göğüslerime doğru yayılmıştı. Asıl kötü olansa bunların göğüsümün ortasından elbisemin altına doğru devam etmesiydi.  Son kalan gücümle acı içinde, "bunlarda ne?" diyebilmiştim. Gözlerime kara perdeler inerken, Brice'ın bedenine dayalı olan bedenim hissizleşti ve çuval gibi yığılmaya başladı.

RUH KOVANI (kralın mirası)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin