25'

40K 3.5K 3.3K
                                    

aynada kendimi kontrol ediyordum. alnımı açıkta bırakacak şekilde ayırdığım saçlarımı bininci kez düzelttim. hafif bir dudak nemlendiricim vardı. boğazlı kırmızı bir kazağın üstüne takım elbisemin ceketini giyiyordum.

yoongi hyung "yeter jungkook!" demişti oturduğu koltuktan. koltuğun diğer ucunda da hoseok hyung oturuyordu. kaçıncı kez izlediklerini sayamadığım aslan kral'ı izliyorlardı. danbi'yse yere halının üstüne uzanmış ödevlerini yapıyordu. bugün danbi'ye bakmaları için onları çağırmıştım fakat kimin kime bakıcılık edeceği konusunda şüpheliydim. onlar da en az danbi kadar çocuktu.

telefonum titrediğinde cebimden çıkarıp taehyung'un mesaj attığını görmemle heyecanlanmıştım. "aşağıdayım," diyordu. içeri doğru "ben çıkıyorum!" diye bağırdım.

"danbi'nin ödevlerini kontrol edin. fazla televizyon izlemesin ve yatma saatini geçirmesin."

onlar beni mırıltıyla onaylarken danbi yattığı halıdan kalkıp küçük adımlarıyla yanıma gelmişti. onun boyuna eşitlenmek için dizlerim üstüne çöktüğümde minik ellerini yanaklarıma koyup "çok yakışıklı gözüküyorsun jungkook, bay kim sana bayılacak." demişti gülümseyerek. uzanıp yanağını öperken "teşekkür ederim meleğim." dedim. "yoongi'yle hoseok'u üzme olur mu?"

kulağına eğilip fısıldadım. "onlar üzülmesin diye böyle söylüyordum. aslında onlar sana emanet, sorumluluk sende."

danbi kıkırdayıp "tamam," dediğinde saçlarını koklayıp bir öpücük bırakmış, sonra ayağa kalkmıştım. kapıyı açıp çıktığımda bana el salladı, ben de gülerek ona el salladım ve kapattı kapıyı. merdivenleri birer ikişer inerken heyecanlıydım.

apartmandan çıktığımda taehyung'u gördüm. arabasına yaslanmış benden tarafa bakıyordu. elleri kumaş pantolonunun cebindeydi. üstünde düğmelerini iliklemediğinden daha rahat bir görünüm veren beyaz gömleği ve takım elbisesinin siyah ceketi vardı. kahverengi saçları, kulağındaki küpelerle o kadar yakışıklı görünüyordu ki ellerim uyuşmuştu.

taehyung'u çok seviyordum. bunu kendi içimde kabulleneli çok oluyordu ama taehyung'a söylemekte geç kalıp onu kırmıştım. bu yüzden üzgündüm. ona onu ne kadar çok sevdiğimi kanıtlamak istiyordum çünkü o defalarca kanıtlamıştı.

tek yapabileceğim ona sarılmaktı belki de.

yanına vardığımda bir şey söylemek için ağzını açmıştı ama izin vermeyip kollarımı boynuna doladım. şaşkınlığını hissedebiliyordum. birkaç saniye duraksayıp ellerini çekingen bir hareketle sırtıma koymuştu. kollarımı sıkılaştırıp onu omzuma bastırdım, yüzü boynuma değdiğinde yutkunmuştum. çok güzel kokuyordu.

soru sorar gibi "jungkook?" dediğinde "seni seviyorum." dedim bir saniye beklemeden.

yüzünü iyice boyun girintime gömerken bana daha da sıkı sarılmıştı. "ben de seni seviyorum."

orada kaç dakika sarılmıştık bilmiyorum. istemeyerek geri çekildiğimde güzel yüzünde sıcacık bir gülümseme vardı.

"jungkook, harika görünüyorsun."

dudaklarımın içini dişlerken "sen de," dedim. "sen de harika görünüyorsun."

"gidelim mi?"

başımı salladığımda beraber arabaya binmiştik. on beş dakika kadar süren araba yolculuğunun ardından arabayı durdurduğunda etrafıma bakınarak arabadan indim. şık bir restorana gelmiştik. arabadan indiğimizde taehyung'la yan yana yürüyerek içeriye girmiştik. girişte bizi karşılayıp yer gösteren bir adam eşlik etmişti. cam kenarında bir masaya karşılıklı oturduğumuzda etrafı inceliyordum. çok güzel bir yerdi.

waste it on meHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin