Bölüm 17

3 0 0
                                    


"Abla, sen o musun?" diyen yüzü çilli mi çilli, kaşları saçları kıpkırmızı, burnu havuç gibi altı yaşlarında bir oğlan çocuğu yanıma geldi. Allah'ım nasıl bir sevimlilik bu, derken yine saf kalbimle hülyalara daldım. Veto'nun ailesi de kızıl olduğuna göre çocuklarımızın bu profilde olması olası bir ihtimaldi. Hemen bu düşüncelerden, hislerime olan tezatlığından dolayı sıyrıldım.

"O, derken," diye hem o peltek dili ile konuşmasını istedim hem de benim kim olduğumu sandığını öğrenmek.

"Kara kedi," dediğinde de tüm hevesim kaçtı.

"Sence ben kara mıyım?"

"Ben de anlamadım. Annemi teyzeme senin kara kedi olduğunu söylerken duydum."

O masum yüzüne baktım. Onun ne suçu vardı? Benim gibi bu olayda masumdu. Saçlarını okşadım. Çok yumuşaklardı. "Çok güzelsin," dedim. Şaşkınlıktan açılan gözlerine baktım. Kahverengi halkanın içinden parlayan yeşil parıltıyı gördüm. Yanımdaki sepette öğle yemeği için hazırladığım soğuk sandviçi çıkardım ve ona uzattım. "İstersen seninle yemeğimi paylaşabilirim," dedim. Arkasına baktı. Benim çalışma odamın kapısının önünde duruyordu. Bu saatte çalışma odaları çok kullanılmadığı için şanslıydım. Benim geldiğim saatlerde daha çok televizyon izleme odaları dolu olurmuş. Sanırım o da annesine bakındı. Ancak görünürde kimse yoktu. Gözlerinden tereddüt içinde olduğu anlaşılıyordu. "İstersen annenleri gör. İzin iste, öyle gel," dedim. Başını salladı ve gitti. Çocuk çıkalı yarım saat olduğuna göre annesi izin vermedi sanırım. Artık onu düşünmemek için işime yoğunlaştım.

Akşam karanlığına kadar burada kaldığımı başımı kaldırınca anladım. Hava daha da soğumadan evde olmalıydım. Apar topar eşyalarımı topladım ve kendimi dışarı attım. İşin en zor kısmına geldim. Lakin yürümek, hele hele soğukta yürümek berbat bir duygu benim için...

Eve vardığımda elimi atmamla kapı birden açıldı. Karşımda bir adet delirmiş Veto buldum. "Of," derken kolunun altından ona göre ufak vücudumu geçirmem zor olmadı. "Gelmişken sobayı yaksaydın bari," diye sitemde bulundum. O ise hiç tepki vermedi. Nitekim sobayı yakmadığı için içimden ona saygılarımın en hasını sundum. Sabah Alda odunları hazırlayıp işe gitmişti. Onunla saraya gitme konusunda sıkı bir kavga yapmıştık. Sanırım o haklı çıktı. Çünkü Veto'nun bu durumdan hoşlanmayacağını söylemişti. "Oturmayacaksan yardım ette sobayı yakalım," dedim. Dedim ama hayatında acaba hiç soba yaktı mı? Hoş ben de sobalı evde büyümedim ama dün ile beraber benim skorum beş yaptı. Ondan tecrübeli olabilirdim.

Tamam, bütün söylediklerimi geri alıyorum. Bu konuda gayet iyi iş çıkardı. Galiba daha önce çok kez bu işi yapmış. "Alda'yı yanından gönderme sebebini öğrenebilir miyim? Eğer beni kudurtmaksa niyetin hemen söyleyeyim. Az kaldı."

"Burada yapacağı bir iş yoktu. Bütün gün çalışma alanında olacağım için gitmesini söyledim."

"Bu hayata alışık değilken neden yalnız olmak için diretiyorsun." Dün akşam ki emrivaki ile noktalanan konuşmamızdan sonra ne kadar rahat, hiçbir şey olmamış gibi konuşuyor. Elleri belinde, gözleri gözlerimde, kaşlarının arasında yine o çizgi ile ayakta dikilebiliyor. "Sana bakmaya geldim. Tekrar hasta olmandan korktum."

"Neden?" diye sinirle lafı yapıştırdım. Kaşları çatma sırası bendeydi.

"Ne neden?"

"Neden benim için korkuyorsun?"

"Neden korkmayayım?" Arka arkaya soru sorma yarışına girişmiş gibi atıştıktan sonra pes ettim. Ben kim, onunla başa çıkmak kim... Adam pişkinliğin kitabını yazacak vesselam.

Kendi duyabileceğim bir sesle "Kaç bakalım. Çünkü verecek cevabın yok," diyerek mutfağa döndüm. Akşam için yemek ne yapabilirim, diye bakınıyordum ki Veto kolumdan tuttu ve beni buzdolabının içinden çekti.

"Dışarıda yiyelim gel."

"Çok yoruldum ve üşüdüm Veto. Ayrıca seninle artık tartışmak istemiyorum. Babanın emri olduğu için değil, artık kaldıramayacağımdan korktuğum için." Eli ile boynumu kavradı ve başparmağı ile yanağımı okşamaya başladı. Ne yapmaya çalışıyor bu anlamıyorum. Bir yandan beni istemiyor. Bir yandan da bana sokulmaya, beni kendine âşık etmeye çalışıyor. Zaten yaralı bir kalbim var. "Veto yapma," dediğimde sesim zayıf ve bir o kadar da kararlı çıktı. Ancak ona bir tesiri olmamış olacak ki ne elini çekti ne de geriye gitti. "Senin yönetmen gereken bir ülken, alman gereken kararların, katılman gereken toplantıların yok mu? Burada benim ile vakit harcıyorsun."

Duruşunu bozmadan konuşmaya başladı. "Sence bu halimle toplantıya, işe güce kendimi verebilir miyim? Bana ne yaptığının farkında değil misin?"

"Ben mi sana bir şeyler yapıyorum? Pardon ama bir anda kapımda beliren sensin. Ülkene beni getiren ve tüm bu kaosun içine beni atan da sensin. Süper bir fikir ortaya atıp deli saçması bir durumun içine beni sokan da sensin. Bununla da yetinmeyip aşığınla beni zor duruma sokan, aşağılayan da sensin. Şimdi karşıma geçmiş bana söylediğine bak. Peki, sen bana bunu neden yapıyorsun? Neden gittin o kadının evine? Ne yaptın o saatte o evde?"

"Sana tüm cevapları vereceğim. Ama bugün değil. Oraya gitmek zorunda kaldığım için gittim. Dışarıdan bunun hoş durmadığını biliyorum. Sadece şunu bilmeni istiyorum. Seninle gerçekten beraber olmak istiyorum."

İşte bu son söz aramıza düşen yıldırım gibi bizi yaktı. Gözleri alevlendi. Elleri ateş gibi tenimi dağladı. Sözleri kalbimi deldi. Ya o gün telefonda konuştukları ne olacak. Ben hangi sözüne inanacağım. Anneannem kendi içinde bir sonuca ulaşacağına dışarıdan sor, derdi. Sorsam mı acaba?

"İçinden düşünme artık. Benimle konuş."

"Bizim evdeyken," diye konuşmaya zorda olsa başladım. Ama gerek aramızdaki yakınlık gerekse cevabından korktuğum için sesim o kadar zayıf çıkıyordu ki... "Telefonda seni konuşurken gördüm. Ben de istemeden kulak misafiri oldum." Bilerek dinledim ama şimdi bu ayrıntıyı vermeye gerek yok. "Telefonda konuştuğun kişi her kimse ona benden hoşlanmadığını, bana babanın hatırına katlandığını söylüyordun."

Kaşları çatıldı. "Senin merdivenden düştüğün gün mü?"

"E-evet!"

Başını sağa sola salladı. Canı sıkılmış gibi duruyordu. "Aslına bakılırsa o bahsettiğim kişi sen değildin. Sadece şu kadarını söyleyebilirim. Bu konu ile geçen gün eski arkadaşımın evine gitme sebebim de aynı."

"Bir dakika yani benden hoşlanmadığın doğru değil mi?" diye sorduğumda tüm sözlerinden bunu cımbızladığımı biliyorum. Çünkü gerisi şu anda benim için teferruattı.

"Demek ki Alys'in söylediğinin sebebi bu," diye düşünmeye başladı. Ben de ne demiş, der gibi baktım. O da konuşmaya devam etti. "Hastayken senden nefret ettiğimi söylemişsin," derken sırıtıyordu. Hemen dalga geçer tabii. Ondan uzaklaşmaya çalışsam da buna izin vermedi. Bir santim bile kımıldayamadığım gibi kulağımın dibine kadar eğildi. Nefesi ürpermeme sebep oldu. Beni bıraksa düşebilirim. O derece yani... Onun da bu durumumun farkında olduğunu hissettim. Göremesem de gülümsediğini hissetmem gibi...

"Senden çok hoşlanıyorum," dedi ve kulağımın altına, boyun çukurumun başladığı yere bir öpücük bıraktı. Bu bile titrememe, beni benden almaya yetti. Ne o benden uzaklaşmak için bir hamle yaptı ne de ben ondan uzaklaşmak için... İstesem de uzaklaşabileceğimden, ayakta ona tutunmadan durabileceğimden emin değilim. Bunca zaman boşuna kendi kendimi yedim bitirdiğim ve hasta olduğum için şahsıma sövme işini sonraya erteledim. Çünkü şimdi dünya hazır durmuşken, ayaklarım yere değmiyorken onun kokusunun, verdiği sıcaklığın, ona yakın olmanın tadını doya doya çıkartmak istiyordum. Düşünmeden kendimi ona yapıştırdım ve belinden sarıldım. Göğsüne yaslandığımda kalp atışını dinlemeye başladım. Artık benimle beraber atan kalbinin ritmini... 

MASAL KIZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin