MYRNE & Grant - Fault
Sigaranın dumanı dudaklarımdan çıkıp rüzgarla birlikte savrulduğunda saniyeler içinde gözden yok oldu. Zehiri bir kez daha içime çektim ve başımı sıkıntıyla yukarıya kaldırdım.
Tam tamına iki ay olmuştu. Tabanları yağlayarak mekandan ayrıldığım geceden beri o adamı bir daha görmemiştim. Ve o geceden beri yeni bir bilgi de toplayamamıştım. Kafam çok doluydu. Hayatımda hiçbir şey iyiye gitmiyordu ve Frederic konusunda çıldıracak konuma gelmiştim. Tanrım, çok aramıştım, gidebileceği her yere bakmıştım. Tanıdık, tanımadık herkese onu sormuştum. Yoktu.
Altı ay olmuştu yok olalı. Başına bir şey geldi diye çok korkuyordum, ölmüş olabileceği fikri aklıma düştüğünde nefes alamaz olmuştum. Derken bir sabah kapımın önünde kelebek şeklindeki origamiyi bulmuştum. Rahatlama duygusu bedenimi öyle sarmıştı ki uzun zaman sonra ilk kez öyle ağlamıştım. Origami Frederic'le aramızdaki bir tür şakaydı. Onun olduğunu biliyorum. Katlama şekilleri bile aynıydı. İçinde bir not bulma ümidiyle kağıdı açıp incelemiştim. Ne bir yazı, ne bir işaret vardı. Olsundu. Nefes aldığını biliyordum.
İlk ayın sonunda kaçırılmış olduğu düşüncesi aklıma yatmıştı. Frederic birden bire ortadan kaybolacak adam değildi. En azından bana haber vermeden kaybolmazdı. Hummalı bir araştırmadan sonra Frederic'in son zamanlarla takıldığı iblislerden bir iki bilgi toplayabilmiştim. Birinden bahsetmişlerdi, bir adam, çok tehlikeli bir adamdan. Asla adını alamamıştım onlardan. Frederic'in onunla bir işi varmış. Ne diye sorsam da ağızlarını açmamışlardı. O adamı aramamı da usulca tembih etmişlerdi. Elbette ki bu dediklerine uymamıştım.
Ve onu arayarak geçirdiğim altıncı ayımdı. Elimde kayda değer bir bok yoktu.
Gece klübündeki gördüğüm adamın, aradığım adam olma ihtimalini de düşünmüştüm. Onu da araştırmaya çalışmıştım. Tanrım, kimse ağzını açmıyordu. Gerçekten çıldıracak duruma gelmiştim. Tamamen yerimde sayıyordum.
Biten izmariti yere atıp İris'le buluşmayı planladığımız mekana doğru yürümeye başladım. Ayaklarım tanıdık sokaklarda rahatlıkla gezerken istediğim yere varmıştım. Lağım ne kadar elit bir mekansa Jack'in Yeri de o kadar leşti. Buna rağmen ucuz bira içip eğlenmek için biçilmiş kaftandı. Üniversite anılarım gözümde canlanırken yüzümde bilinçsiz bir tebessüm belirdi. Neredeyse hepsinde Fred'le birlikteydim.
''Selam büyük adam.'' dedim bar taburesine otururken.
Jack başıyla selamımı aldı ve karşılığında, ''Nerelerdesin bakalım Jez? Hâlâ Frederic olayı mı?'' diye sordu önüme bir bardak bırakırken.
''Onu bulmadan rahat etmeyeceğimi biliyorsun.''
Cümlemi bitirir bitirmez arkamda içkisiyle İris belirdi. Nereden çıktığını görmemiştim bile.
''Bak kızım, Frederic için ne kadar endişelendiğini bizzat ben şahidim ama bu zaman diliminde kendi haline hiç baktın mı?''
''Ne varmış halimde?''
''Benimle bilmiş bilmiş konuşma. Sen hiç aynaya baktın mı? Çökmüşsün. Benim tanıdığım Jezebel bu değil. Kendine gel sürtük!''
İris, yine izlediği yarışma programdaki kraliçeler gibi konuşmaya başlamıştı. Bu konuda onunla tartışmaya girersem kazanan taraf olmayacağımı bildiğimden ağzımı açma gereği bile duymadım. Bunu bana yapabilen tek kişiydi ve değerini bilmeliydi.
''Ayrıca, lanet olsun Jack buradaki koku hiç mi geçmeyecek?'' Gazını alamayıp babalığa da salladığında gülmek istedim. Koku konusunda sonuna kadar haklıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
WITH THE DEVIL
FantasyBaşlangıçta söz vardı. Söz Tanrı'yla birlikteydi ve söz Tanrı'ydı. Başlangıçta o, Tanrı'yla birlikteydi. Her şey onun aracılığıyla vâr oldu, vâr olan hiçbir şey onsuz olmadı.