"O gün orada yaşayan yaşamayan her şey yok oldu. Sağ kalan kimse yoktu. Hayvanlar, bitkiler, evler, okullar..."
Ayten hoca okulun saçma sapan bilinçlendirme konferansı için hazırladığı konuşmasına devam ederken hemen yanımda oturan Mustafa'nın kolunu kopardım. Ya da dürttüm.Herneyse.
"Of , gerçekten çok sıkıldım."
Bana *kolumun ne suçu vardı* adlı bakışını atarken bir yandan da bana hak verdi. Ve bu demek oluyor ki artık kolunu hissetmiyor.
"Hakkaten abi. Ben bıktım, sen bıktın, okul müdürü bile bıktı, bu kadın bıkmadı."
"Okul müdürü de mi bıktı? " diye saçma bi tepki vererek bu sabah beynimi yastığımda bıraktığımı kanıtladım. Tabi kendimce.
Mustafa beni takmayarak,
"Buradan nasıl kurtulucaz?" dediğinde bende işaret parmağımla arka taraftaki kapıyı göstererek,
"Götün yerse." dedim.O sırada Ayten hocanın ağzından adımı duydum.
"İpek , sen cevap ver kızım!"
Ben n'olduğunu anlamayarak ayağa kalktım ve ,
"Neyi!?" dedim, AFERİN BANA.
Hoca derin bir nefes alıp verdikten sonra sabır dilenir gibi tavana bakıp önündeki kağıda dönüp bana sorduğu soruyu okudu.
"Çernobil nükleer santral kazasından sonra dünyadaki değişimler nelerdir?"
Aklıma gelen birkaç şeyi söyledim,
"Birçok canlı hayatını kaybetti. Etrafa radyoaktif bulutlar savruldu."
Aklıma gelenler bunlarla sınırlı olduğu için bitti dercesine Aytoş'a baktım.
"Bu saydıklarının dışında başka şeyler de var mı bunu öğrenebilen maalesef yok. Aferin, otur kızım." dediğinde
yüzümdeki sırıtışla Mustafa' ya baktım. O da bana bakıp,
"Bununla övünmeyeceksin herhalde."
dedi.
Gözlerimi devirdim ve bir süre daha bu ortama maruz kaldım.***
"Hele şükür yarabbim!"
Kulaklarımı acıtan sesle birlikte Nehir'e döndüm. Ve ensesine temiz bir şaplak indirdimn. İntikamımı aldıktan sonra Mustafa'ya dönüp göz kırptım. Ona yaptığım imayı anlıyıp sırıtınca Nehir *sınav mı vardı, ha. noluyo amına koyayım? * tarzında bir bakış attığında Mustafa'yı ve Nehir'i aynı anda yemekhane katına giden merdivene doğru ittirdim. Yakıştırıyorum şebekleri. Ben genel olarak öğle aralarında yemeğe çıkmadığımdan dolayı bana bir şey söylemeyen ikiliyi arkamda bırakıp sınıfa girdim.Neyse ki öğle arası başlamıştı. Tüm sınıf yemeğe çıkmış olsa gerek sınıf bomboştu. Sessiz ortamları seven bir insan olduğum için derin bir nefes verip arka sıralarda cam kenarında olan sırama yanlama bir şekilde çömdüm. Sıramın altındaki bölmeden kitabımı çıkarıp okumaya başlamıştım ki çok geçmeden koridordan sınıfa kadar gelen fısıltılar kitaba olan ilgimi dağıttı. Ayaklarımı indirip kitabın kapağını kapattığım sırada sınıfın kapısı açıldı ve içeri bir çocuk girdi. Gözüme tanıdık gelen bal rengi gözlere ve koyu renk saçlara sahip çocuk tam da arkamdaki sıraya oturdu. Normalde pek çekingen olarak bilinen ben yine çekingenliğimi ve soğukkanlığımı koruyarak arkama bakmadım bile. Kitabımı açıp okumaya devam ettim.
10 dakika falan boyunca ben orada kitap okudum ve o da telefonuyla uğraştı. Bunu da tabi ki telefonundan gelen bildirim sesleri aracılığıyla öğrenmiş bulundum. Onun önceden arkasından kapattığı kapı zilin çalmasıyla yine açıldı, daha doğrusu kırılırcasına açıldı. Bunu beceren şahıs olan Mustafa'ya gülümsedim ve arkasında beliren şahıs olan Nehir'e yanımı göstererek seslendim.
"Gel yamacıma."
Mustafa bizim iki önümüzdeki sırada
oturduğu için derslerde konuşamazdık ama bundan da şikayetçi olduğumuz pek söylenemez.Nedeni tabi ki yanındaki onunla sevgili olmaya çalışan kızlardan biri olan Ece Hanımefendi. Tamam kabul ediyorum yüzü güzel. Ama geçmişte aramızda geçenler, onu her sevmeye başladığımızda aramızdaki buz tutmuş duvara bir tuğla daha koyuyor.
...Teneffüs zili çaldığında arkamda oturan yeni çocuğu hatırladım. Kimse ona, hangi okuldan geldin, adın ne, neden okulun kapanmasına 1 ay kala geldin, bir şey mi olmuştu? Tarzında sorularda bulunmamıştı. Nedenini merak etsem de üstelemedim.
Ben bunları Düşünürken Nehir enseme vurmasaydı farkında olmadan, dışarıda otlayan atların kıçını kestiğimi farketmiyecektim."Kantine geliyor musun? Mustafa da geliyo."
"Hayır, gelmeyeceğim. Yorgun hissediyorum."
İşte, bu benim klasik cevabımdır arkadaşlar, aklınızda bulunsun. Bir gün işinize yarar.Nehir omzunu silkip Mustafa'yla beraber sınıftan çıktı. O zamana kadar arka sırada oturan yeni çocukla baş başa kaldığımızı farketmemiştim.
1 dakika falan boyunca oturduk. Ne o konuştu ne ben konuştum.
Sonra ani bir hareketle kendi yerinden kalkıp Nehir'in yerine oturdu. Kafasını bana çevirdiğinde gözlerimiz buluştu. Bana elini uzatıp,
"Ben Mert. İznin olursa bu okuldaki ilk arkadaşlığımı kurmak istiyorum."
dedi.
Bu ani atılım beni biraz ürkütsede samimi bi kahkaha atıp. "Hoşgeldin tımaraneye ben de İpek" dedim.
Gülümsedi, tatlı çocukmuş be!
"Hangi okuldan geldin?"
"******** okullarından atıldım. Bir iftira üzerine."
"Üzücü olaylar bunlar, kurcalamak istemem ama istersen anlatabilirsin."
"Teşekkür ederim."
O sırada sınıfın kapısı bir anda açıldı ve içeri Ece hışımla Mustafanın sırasında duran çantasını alıp Mert'in az önce kalktığı sandalyeye oturdu.
Mert kulağıma eğilip "İyi ki bir çanta getirmemişim, yoksa eminim şu kız parçalardı oraya oturmak için. "×××
Zil çaldığında Mustafa ve Nehir sınıfa girdiklerinde ikimizi Nehirle benim sıramda görünce şaşırdı. Mustafanın yanı da artık boş olduğu için bunu sorun etmediler. Hatta yanlış görmediysem Nehir bana göz kırptı.
Biz sessiz sedasız uslu birer 1. Sınıf öğrencisi olarak Matematikçi Selami hocayı bekledik. Ve sevgili Selami hocacımız beklenneden daha enerjik bi soundtrackle
sınıfa giriş yaptı. Hemde yanında yeni bir öğrenciyle birlikte. Aynı gün içinde iki öğrenci mi, noluyo amk!