BÖLÜM(2)

13 6 2
                                    


  (15 EYLÜL 2018)
     
             -Alexia Wesley-
  İşte son gelmişti. Herkes için. Önce babam sonra annem için. Sıradaysa bendim belki de.

  Tam şurada, babamla beraber ağaç dikmiştik. Her şeyimi anlatmıştım ona. Bahse girerim beni benden iyi tanırdı.

Arka bahçemiz.. Orada öğrenmiştim bisiklete binmeyi. Daha bir çok anım, hepsini burada bırakıp gidiyordum şimdi. İki yana açılan tahta kapıları çekip kilitledim. Hilda çoktan arabaya binmişti. Her ne kadar belli etmese de içten içe üzgündü o da. Ablasını kaybetmişti. Ne büyük annem ve büyük babam hayattaydı. Onlar birbirlerinin tek sığınağıydılar. Ta ki ölüm ayırana kadar.

☆☆☆

“Dışardan mı söylesek?” tabağımdaki yarısı yanmış tostlara bakarken Hilda bilmem kaçıncı denemesini yapıyordu. Ah söylemeyi unuttum. Hilda’nın hayatı boyunca yemek yapmak için en fazla on kere gitmiştir. Ondan da şüpheliyim aslında. “Alexia bunu görmelisin! Sanırım başardım!” Hilda önümdeki tabağı değiştirirken tostumu yemeğe başladım. Gerçekten başarmıştı. Son iki aydır yemeklerle ben ilgilenmiştim. Daha doğrusu kendimi başka başka işlere vermeye çalışmıştım.

Yoksa delirmiş kız olarak tanınırdım herhalde. Sonuçta kaç tane 17 yaşındaki kızın babasının arabası köprüden nehre uçar? Tabii hemen hemen bir ay sonra annesinin ormandaki hayvanlar tarafından parçalanmış annesi olması da unutulmamalı!

Belki ben büyüktüm ya kardeşim? Henüz on beş yaşına basmakta olan Cole? Ergenliğe yeni girmiş ve her an uyuşturucu kullanma tehlikesiyle karşı karşıya. Neyse ki taşınmıştık ve arkadaşları değişecekti.

  Ben ne kadar sakin çocukluk geçirdiysem o benden çok daha çılgın ve agresif geçirmişti. Çılgın demişken Hilda’nın arkasındaki bir kaç tost ekmeğine gözüm takıldı. Bunu denemesi onun için tam bir çılgınlıktı.


Kahvaltıdan sonra biraz dolaşmanın iyi geleceğini söyleyen teyzem zoruyla dışarıya çıktım. Tam merkezde değildik. Dükkanların olduğu yerlerin doğu tarafındaydık. Daha çok orman tarafındaydık, gelirken hatırladıklarıma göre. Evin ortalama yirmi metre sağında bir ev vardı. Ev demek az kalır aslında. Köşk gibi  bir şeydi. Ama kullanılmıyordu sanırım.
Pencerelerine çapraz şekilde tahta parçaları çivilenmiş ve bahçe kapısının üzerinde kocaman asma kilit vardı. Evin üzerindeyse kocaman tahtalarla ANDERSON’S HOME (Anderson Malikanesi) yazılmıştı.
Biraz daha yürümeye başladığımda bir anda başlayan şiddetli rüzgar ileriye gitmemi zorlaştırırken yine bir anda oluşan gök gürültüleri  korkmama sebep oldu.

  Normalde korkmazdım fakat şimdi güzelim hava birden bozmuştu. İster istemez korkutucuydu bu.

Gözüme kaçan toz gözümün ağlamasını sağlayınca refleks olarak gözümü elimle ovmaya başladım. Birine çarptığımda elimi gözümden çekmen ortalama üç saniyemi aldı. Karşıma baktığımdaysa her şey karışmıştı. Az önce birine çarptığıma yemin bile edebilirken şimdi bomboş sokakta yalnızdım. Havaya çarpamayacağıma göre delirmeye başlamıştım galiba. Sakin ol ve eve yürü Alex.

Elimle kafama vururken eve geldim. Hadi ama evren benimle dalga geçiyor olamazdı? Ama ben birine çarptığıma emindim! Eve yaklaştığımda havanın güzele dönmesiyle yönümü değiştirip nehir tarafına ilerledim. Tertemiz görülen nehir boyunca ilerlerken suyun bulanmış olduğu kısma ilerledim. İskelenin ucuna gelmişken göğe doğru uzanıp bulutlara baktım. Çoğu çocuk gibi bende bulutlara bakar onları değişik şekillere benzetirdim.

  Hatta şu soldaki bulut bir ineği andırıyordu. Yanında da sanki bir yavrusu vardı. Yavaş esen rüzgar, suyun alçak sesi ve güneşin yolladığı ışınlar tam uyumak için bir ortam hazırlamıştı. Gözlerimi kapatıp kendimi huzura bırakırken, pantolonumun açıkta bıraktığı bileklerime değen ıslaklık hemen ayağa kalkmamı sağladı.

Ama ayağa kalkma denemem başarısızlıkla sonuçlandı. Ayağımı tutan şey beni suya çekmişti. Ve suyu boylamıştım. Yüzüme yapışan saçlarımı geri iteleyerek beni çekene baktım. Suda durmayı çok sevmememe rağmen şuan sudaydım ve bu çok sinir bozucuydu.

İskeleye tutunup çıkan genç durup bana elini uzattı. Kasabaya yeni gelmem ve şizofrenlik şeyler hissetmem bu gencin bir sapık olduğunu düşünmeme yol açmıştı. Gencin, daha doğrusu benden büyük duran adamın elini tutmadan sudan çıktım. Adamın arkasına bile bakmadan gitmesine sinir olmuştum. “Özür dilemeyecek misin!”

  “Sonuna kadar uzattığın koca ayaklarına tutunup seni suya düşürdüğüm için üzgün değilim. Ayrıca-” benim şaşkın bakışlarım onu memnun etmiş olacak ki lafını yarım bırakıp gitti. Lanet olsun! Tişörtüm üzerime yapışmıştı. Eve doğru hızlı hızlı giderken az önce kimsenin olmadığı fakat şuan başlarında beni düşüren adam olan bir kaç kişi gördüm. Kapılardaki ve camlardaki tahtalar çıkarılıp bahçe temizleniyordu. Demek komşularımız oldukça ukala ve oldukça-

  Ukalaydı işte!

Eve girdikten sonra kendimi koltuğa attım. Şu halime bak ya! Resmen deniz kızına dönmüştüm. Ama iki bacaklı olana.

  Kulakları deli eden merdivendeki Hilda’nın çığlığından sonra bende bir şey olduğunu sanıp korkudan bağırdım. Bizi duyan Cole elindeki vazoyla gelip aniden bana atınca olan oldu. Hadi ama bu çocuk sniper mıydı? Onu bilmem ama kesinlikle hedef bendim.

☆☆☆

“Şu minik yavrunun yaptığına bakar mısın! Zavallı başım kanıyor!”
“Sende bağırmasaydın kızım. Kim dedi bağır diye, hırsız sandım seni.”
“Çocuklar yeter tamam. Suç bende bağırmamalıydım. Ama seni o halde görünce korktum.” Bize çocuk diyen benden yalnızca dört yaş büyük Hilda ve oturmuş keyfine bakan Cole’a daha fazla dayanamayacağıma karar verip odama çıktım.

Aynaya bakıp minik yarayı yara bandıyla kapattım. Masama geçip günlüğümü elime aldığımda son yazdığım tarihin 13 Temmuz olduğunu görmem kötü hissetmeme sebep olmuştu. O berbat günden beri yazmamıştım. Hiç.  “Alexia!”
Hilda’nın seslenişiyle aşağıya indim. Elindeki kekleri bana gösterirken almamı işaret etti. “Tatlım yeni taşınan Andersonlar ile tanışmanı istiyorum. Onlar bizim ailemizin çok eski tanıdıklarıdır. Özellikle de annelerini çok seveceğini düşünüyorum.” Hilda’ya acayip acayip bakarken elindeki tabağı alıp ilerledim. Hilda’ya hoşçakal demek için arkama döndüğümde göremedim onu. Mutfağa gitmişti belki de. Elimdeki kekleri de pastaneden almış olmalıydı.

Yan evin bahçesine girdiğimde beni karşılayan, kıyafetlerinden evin yardımcısı olduğunu anladığım kadın beni içeri aldı. Koltuklardan birine oturduğumda içeriye giren kadın evin kızı olmalıydı. Kumral saçları ve uzun boyuyla oldukça güzeldi bir kızdı. Belki de aynı yaştaydık. En azından bir arkadaşım olabilirdi. “Selam cadı.” Kızın bana hitabı gülümsememi sağladı.
“Selam.” Dedim ayağa kalkıp elimi uzatırken. Elimi tutmayan kız karşıma oturdu. “Bu lanet görevi bana veren Trev’in canına okuyacağım. Neyse anlat bakalım minik cadı.” bu kadar mı kötüydü benimle tanışmak yahu.

Ayağa kalkıp kapıya giderken kolumdan tutulduğumda kendimi müthiş bir hızla sandalyede buldum. “Sana anlatmanı söylediğimi hatırlıyorum!” kız tam karşımda gözlerime renkleri az önce kahve olan fakat şuan farklı renge dönüşen gözlerini dikti. “Ah bu aptalın hiçbir şeyden haberi yok!”

  “Bana bak minik cadı bugün burada annemle tanıştın. Çok tatlı bir kadın. Ve benim ismim- neyse benimle tanışmadın.  Çok önemli şeyler olduğunu düşündüğünde bana anlatmak zorundasın. Her ne olursa.”
Oturduğum yerden kalkarken Bayan Anderson’ın çok tatlı olduğunu düşünüyordum. Hatta çok genç görünen çekici bir kadındı. Bu kadınla konuşmak ve bahsettiği çocuklarıyla tanışmak için bir daha gelmek istediğimi fark ettim.
  Bugün gerçekten yorucuydu. Bir an evvel yemek yiyip uyumalıydım. Hele ki yarın okul varken.

Lütfen oy vermeden geçmeyin. Desteğinize ihtiyacım var. Tabii yorumları da unutmayalım. Hikaye için isim arıyorum da bana yagmur_selen22 instagram hesabından ulaşabilirsiniz.. ^_^



 


Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 03, 2019 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

LouisvilleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin