"Hâlâ o rahatsız edici histen kurtulamadın mı yani?" Dudaklarımı aralayarak sesli bir cevap vermek yerine başımı sallayarak onu onayladım.
Aldığı cevaptan tatmin olmayan Jimin olduğu yerde sızlanarak gözlerini devirdi.
"Hadi ama dostum! Şuraya bak, parlak güneş ışığının altında ayaklarımızı göle uzatmış bir hâldeyiz ve sen bunun keyfini çıkarmak yerine o aptal his yüzünden şu an olduğu gibi geri kalan üç ayını da mahvedeceksin."
Omuz silkerek onu cevapsız bıraktım. Çünkü verecek bir cevabım yoktu.
Ayaklarımı suyun içinden çıkarıp yanımızda getirdiğimiz çantanın içinden aldığım küçük havlu ile kuruladım. İlerideki oldukça büyük ağacın altında biraz çizgi roman okumak çok daha iyi bir fikir gibi gelmişti.
"Nereye gidiyorsun?" Başını çevirip bana bakarak sormuştu ve bu açıdan dağılmış saçları, büzüşmüş dudakları ile çok sevimli duruyordu ama bunu ona söyleme ihtiyacı duymuyorum elbette. Normal zamanda bile egosuyla baş edemezken bir de övgüler yağdırarak onu tatmin etmek yanlış bir hareket olurdu.
"Az ilerideki ağacın altnda çizgi roman okuyacağım." Elimle ağacı işaret ettiğimde bakışları oraya odaklanmıştı.
"Tamam ben de burdayım."
"Bir yere kaybolma. Seni aramakla uğraşamam bir de."
-
Bir saatlik süren okuma marotonundan sonra gözlerimi daha fazla açık tutamayarak uykunun beni içine çekmesine izin verdim.
Ne zamandan beri uyuduğumu kestiremeyecek kadar zaman kavramından bir haberdim.
Işıktan korunmak adına sayfalarını tam ortasından araladığım çizgi romanı suratımdan çektiğimde gözlerimi aralamakta zorlanmıştım.
Bir süre bekleyerek geçmesini bekledim.
Ve sonunda gözlerimi aralayabildim.
Ama bir dakika.
Büyüleyici yüz kıvrımlarıyla Tanrı tarafından dünyaya gönderilmiş kusursuz bir varlık başımda dikilerek bakışlarını yüzüme odaklamıştı.
Cidden o bir insan mıydı?
Bakışlarım odağını yitirerek bedenine doğru kaydığında onu daha detaylı inceleyebildim.
Krem rengi bol pantolonunun üzerine giydiği kırık beyaz üzerinde büyük harflerle markaya ait isim yazan tişörtü pantolonunun içine yerleştirerek ince belini daha da ortaya çıkaran gri tokası olan siyah bir kemer takmıştı.
Bir de ince ve güzel bileğini saran kahverengi kayışlı oldukça pahalı bir şey olduğu belli olan saati vardı.
Güzel suratı ve güzel vücudu yeterli değilmiş gibi giydiği kıyafetlerle de her adımında dikkatleri üstüne topladığına Tanrı şahidim olsun ki yemin edebilirdim.
"Yeterince incelediysen kıçını kaldırıp ordan kalkmaya ne dersin?"
Sesiyle insanları dize getirebilirdi. Kulaklarıma ulaşan bu ses tınısı yalnızca işitsel olamazdı. Çok daha fazlasıydı.
"Kalkmam için bir sebep göremiyorum etrafta."
Sol kaşı kıvrak bir hareketle yukarı doğru hareket etti.
Evet ilk tepkisi buydu.
"Öyle mi dersin?"
Tanrım, söylediği şeylere odaklanamıyordum bile boğuk sesinin tınısında kaybolmaktan dolayı.
"Hmm, sanırım çoktan dedim. Anlamak konusunda problemlerin varsa eğer bunu açıkça belirt."
Tavrımı korumalıydım.
Jeon Jungkook bu kadar kolay kabullenip kıvranmazdı.
Sanırım işler biraz kızışmıştı. Yüzündeki stabil ifade yerini sinirlenmiş bir ifadeye bırakmıştı yalnızca birkaç saniye içinde.
Bakışları bakışlarımdan bir saniye bile ayrılmaksızın ani bir hareketle bedenini eğip suratlarımız arasındaki mesafeyi burunlarımızın neredeyse birbirine değeceği kadar aza indirdiğinde boğazıma saplanan yumrudan kurtulmak adına sertçe yutkunmam gerekti.
Yemin ediyorum ki eğer tam şu saniye ona bu kadar yakınken bedenimin her bir ayrıntısı uyarılmasaydı hemcinslerimden eskisi kadar etkilenmediğime çoktan emin olmuştum.
"Kim olduğunla ya da adınla ilgilenmiyorum ama gördüğüm kadarıyla burda yenisin ve buraya dair bir fikrin yok. Yanlış mıyım?"
Onaylamak istercesine benden bir yanıt bekliyordu gözleri gözlerimdeyken.
"Kısmen doğru denilebilir."
"Pekâlâ, o zaman buraya dair ilk şey; altında uyuduğun bu ağaç ve çevresi bana ait. Bu yüzden benden habersiz hiç kimse burda kıçını devirerek yatamaz."
Hadi ama bu güzel oğlan her şeye sahipken en büyük kaybı yaşamış olamazdı değil mi?
Beynini nasıl kullanması gerektiğine dair bir fikri yoktu sanırım.
Herkese açık bir alandan herhangi bir ağacı sahiplenip böylesine tavırlar takınmasının başka bir açıklaması olamazdı.
"Nesin sen bu kasabanın yaramaz çocuğu mu?"
Aramızdaki neredeyse yok denilebilecek kadar az olan mesafeyi yine tıpkı az önce olduğu gibi ani bir hareketle açarak bedenini doğrulttu.
Ben de daha fazla aynı konumda kalmak istemeyerek doğruldum.
"Yaramaz olduğum doğrudur ama çocuk olmadığıma emin olabilirsin."
Arsızca sırıtıyordu.
"Bak işte o konuda çok büyük şüphelerim var."
Dudaklarındaki çarpık gülümseme daha büyük bir hâl alırken bedenini çevirerek bana arkasını döndü.
Ne yani bu kadar mıydı?
Görkemli vücudunu kesebilmek adına güzel bir manzaraydı ama işte bilmiyorum daha uzun sürmesi gerekiyordu bunun.
Yavaş adımlarla ilerleyişini ve bedeninin her kıvrımını incelerken başını bana çevirerek bakışları yeniden bakışlarıma karışmış aralanmış dudaklarından çıkan son sözler bu olmuştu.
"Endişelenme yeni oğlan. Zamanla kurtulursun."
-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
neon moon - taekook
FanfictionGüneş kasabamın yanına battığında, o yalnızlık hissi kapıma geliyor.