1. Her şeyin başladığı an

28 5 1
                                    

Aslında hayatımın başladığı yerden başlamam gerekir, ancak bilmeniz gerekmeyen çok şey var. Bu yüzden en başta umutlarımın yok olmaya başladığı andan alabiliriz sanırım.

Kalpten Gelen Yazardan

Küçük kız kendi bedenine bile büyük gelen bir heyecanla gözlerini açtı. Yüzünü yıkamak aklına bile gelmezken, uykudan yeni kalkmanın verdiği sersemlikte yataktan indi. Koşarak ilerideki bilgisayar masasının üzerinde şarj olan telefona koştu.

Koşarken kendi ayağına takılarak düşme tehlikesi geçirse de bunu önemsememiş, toparlanarak telefona ilerlemeye devam etmişti.

Telefonu açtığında gördüğü isim ile küçük kızın yüzünde bir gülümseme oluşmuştu. Ancak hemen altında yazanlar yüzünde oluşan gülümsemenin silinmesine sebep olmuştu.

Ne demesi gerektiğini bilemez bir hâlde, sevdiğinden gelen mesaja öylece bakakaldı. Karşıdaki kişi kızın onu sevdiğinden haberdar mıydı emin değildi. Ancak bir şey apaçık ortadaydı ki çocuk onu sevmiyor, hatta belki nefret ediyordu. Belki de hiçbir şey hissetmiyordu.

Kız, tüm bu olasılıkların farkında olsa da umut etti. "Belki" dedi. "Belki bir gün sevebilir." Bu sözler, kendisini kandırmaktan başka bir işe yaramasa da kız bunu görmek için fazla kördü.

Hayatı boyunca sürekli umut etmiş, umutları ve hayalleri yıkılsa bile yenisini inşa etmişti. Oldukça hassas olan yapısı nedeniyle en ufak bir şeyde bile dolabilen gözleri vardı.

Arkadaşları üzüldüğünde, onlarla birlikte ağlardı. Kendisiyse ağlarken hep yalnızdı. Kimseyi üzmek istemediği için hep yalnız ağlardı. Birisinin bile onun yüzünden üzülmesi onu mahvediyordu.

Mesela herhangi bir arkadaşıyla, hatta arkadaşı olmayanlarla bile, bir kavgası olsa araları bozuk kalmasın diye düzeltmeye çalışırdı. Haklı olsa bile haksızmış gibi özür dilerdi.

Tam bir çocuktu işte. Her şeyiyle çocuktu. Çevresindeki herkes ona "Biraz büyü artık," dese de o bunları umursamamış, kendi olmaya devam etmişti.

Bu uzun yıllar boyunca böyle devam etti. İlkokul yıllarında sevilirdi. Yani o öyle düşünüyordu. Her zaman yanında olacağını düşündüğü arkadaşları vardı. Özellikle biriyle çok yakınlardı.

Merve, isimli bu kız Deniz'in en yakını olmuştu. Hatta "en yakın" söz öbeği onların arkadaşlığı karşısında diz çökerdi. Yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. Mahallede, sokakta, okulda, sınıfta, sırada, her yerde birliktelerdi. Yalnızca eve giderken ayrılıyorlardı.

Bu saygı duyulacak kadar büyük olan arkadaşlıkları ortaokul üçüncü sınıfa kadar devam etti. Bu zamana kadar elbette birçok kavgaları, birçok küslükleri olmuştu. Ancak Deniz, yine gerekirse haksız olmayı dahi göze alarak onun gönlünü almıştı.

Ortaokul üçüncü sınıfta, korktuğu şey başına gelmişti. En yakınıyla aynı kişiyi sevme vakası... Bir erkek yüzünden kavga etmek saçma olsa da, bu başına gelen ilk olay olmadığı için Deniz bunu kaldıramamıştı.

Araları bozulduğunda, birçok kişinin düşündüğü tek şey vardı:

"Onlar en fazla 1 hafta küs kalabilir."

Ancak öyle olmadı. Aradan haftalar, aylar, mevsimler geçti.

Birbirlerine olan sinirleri geçmişti ancak kırgınlıkları ilk günkü gibiydi. Güven, adındaki o kutsal duygu yok olmuştu. Bir zamanlar güvenin olduğu yerde, şimdi düşmanlık, kırgınlık yer alıyordu.

"Bu ne işe yaradı ki?" Diye düşündü kız.

Hiçbir işe yaramamıştı. Hâlâ aynı şekilde acı çekiyorlardı. Ancak ikisi de inatçının teki olduğu için barışmamışlar, uğruna kavga ettikleri kişinin aslında onları hiç umursamadıklarının farkına varmamışlardı.

SESSİZ ÇIĞLIKLAR Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin