Biri Taehyung'dan Namjoon'u tanımlamasını isteseydi, Taehyung'un aklına ilk olarak sıcak renkler gelirdi. Sıcak gülümsemeler, sıcak sarılışlar, sıcak bakışlar ve sımsıcak bir kalp. Entelektüel, kültürlü, her şeye merak duyan bir yapı, harika bir dinleyici, müthiş bir sırdaş, bazen kendini kurban edebilecek kadar yardımsever ve güven veren bir ses. Taehyung'un sevdiği, inandığı, hatta bazen örnek aldığı Namjoon, onun aklında bu kelimelerle bağdaştırılıyordu.
Fakat son haftanın Namjoon'u daha uzak biriydi. Öfkesini agresifçe yaşamıyor, hatta kimseye belli etmeme çabasıyla hepsinin birlikte oturduğu yemek masasından —müsaadelerini isteyerek, hala kibar olması bir şekilde Taehyung'u daha çok yaralıyordu— kalkarak kütüphanesine kapanıyordu. Taehyung kütüphaneden kitap almak için içeri girdiğinde ve masada bir kağıt gördüğünde eline almış, kağıdın üzerinde hafif dokunuşlarla bir çizimin başladığını, sonra bu çizimin şiddetlenerek halkalar halinde döndüğünü ve kağıdın yırtıldığını görmüştü. Namjoon öfkesini canlılardan çıkamıyordu, her şeye rağmen bağırmak, üzmek, taşmak istemiyordu. Taehyung o kalemi kalbine saplamış olmasını dilerdi.
Bazen Taehyung ile Jimin'in aralarında oluşan mesafeye bakar, eskiden olduğu gibi aynı kanepede oturduklarında birinin elinin diğerinin omzunda olmamasına, aksine aralarında iki kişinin oturmasına yetecek kadar yer bırakmalarına veya yan yana durduklarında aynı yakınlıktan çekinip gözleriyle ya Jin'i ya da Jeongguk'u aramalarına, göz göze geldiklerinde bakışlarını kaçırmalarına dikkat ederdi. Ve sanki bu görüntü ona acı veriyormuş gibi kendine çekilir, ellerini dizlerinin üzerinde toplar ve suskunlaşırdı. Karşısında eski görüntünün olmaması canını yakıyordu. Çünkü artık o dokunuşların anlamını biliyordu. Ve onların tüm bunlardan kaçması, suçlu oldukları anlamına gelirdi. Odaya girdiğinde onları hala birbirlerinin dibinde görmeyi tercih ederdi, elleri birbirine dokunduğunda yılan zehri bulanmış gibi geri atılmalarını değil.
İkisine direkt bir şey söylememiş, söylediklerinin kendi etkisini göstermesini izlemişti. Taehyung bu sessizliğinin içinde delireceğini hissediyordu, özellikle de geceler (daha çok sabaha karşı) uykunun onu lanetlediği anlarda Namjoon'un aşağıda salonda televizyon izlediğini duyduğunda, çekingen adımlarla guruldayan karnını yatıştırmak adına mutfaktan bir şeyler almak için aşağı inişinde ellerini başının altında toplayıp, uzun boyuna rağmen kendini küçük kanepeye sığdırıp uyumuş olan Namjoon'u ve yanındaki koltukta ayağını ayağının üstüne atıp sessizce onu izleyen Jimin'i gördüğünde. Bu bir hafta içinde sadece bir değil, üç kez tekrarlanmıştı. Namjoon'un Jimin'in orada olduğunu bilmediğinden neredeyse emindi. Taehyung'un kendini suçlu hissetmeden Jimin'e uzunca bakabildiği tek anlar bunlardı.
İkisi de bu konu hakkında birbirleriyle konuşmamışlardı. Taehyung Jimin'in de her şeyden en az onun kadar haberdar olduğunu, her tavrın, her kelimenin ve her bakışın ne anlama geldiğini anladığını biliyordu. Yaptıkları şey yüzünden ilk kez suçlu hissetmişlerdi. Ama Taehyung'u asıl suçlu hissettiren, bunu yaptığı için değil, Namjoon'un gözlerindeki ışığın sönmesine neden olduğu için pişman olmasıydı. Bu yüzden gözlerini ondan kaçırıyordu, karşısında yüzsüzlükle kocasını sevmeye devam edemezdi. O da bunu karanlıkta köşelere çekilerek yapıyordu.
Namjoon'la bahçede konuştuklarının yankısı hala kulaklarındaydı. Geleceklerinden bahsederken sesindeki keder, cümlelerindeki gri ton, acaba hissetmiş miydi? Jimin'e ait olan anılarının hiçbirini silemeyeceğini söylemişti, acaba hala aynı mı hissediyordu? Elinde olsa Taehyung'u silmez miydi?
Bazen gece olduğunda, gölün kenarında geçirdiği kendine özel yalnız dakikalarında neden hala burada, Namjoon'un evinde kaldığını düşünüyordu. İstenmiyorsam gitmeliyim, diyordu. Yaptığım alçaklık değil mi? Yüzüme tükürülmesini mi bekliyorum? Fakat Namjoon ona böyle hissettirmiyordu. Hala lokantaya gittiklerinde Taehyung'a çabuk hazırlanmasını tembihliyor (eskisi kadar şakayla örtülü tehditkar tonla olmasa da), denizden çıktığında ıslak haliyle gölgede fazla durmamasını söyleyip havlusunu veriyor, iş gezilerinden döndüğünde Taehyung'un uzun zamandır almayı düşündüğünü belki sadece bir kez belirttiği kitap setini alıyor ve havuzun oradaki minderlerde uykuya daldığında uyandırıp yatağına gönderiyordu. Bunların hepsini içtenlikle, ilk gün nasıl yaptıysa şimdi de öyle yapıyordu. Yapmak istediği için yapıyordu, hatasıyla silip atmıyor, yüzüne bakarken bakışlarıyla ondan tiksindiğini söylemiyor, yüzüne karşı küfürler ederek bunu nasıl yaparsın diye bağırmıyordu. Aynı kişinin ateşinde eriyen iki mum iken bunu nasıl yapardı? Namjoon anlamaya çalışıyordu, hem kendini, hem Jimin'i hem de Taehyung'u, ama Taehyung Namjoon'un bu anlayışın içinde nasıl parça parça olmadığını anlayamıyordu. Elinden sadece gölde geçirdiği gecelerde utancını gözyaşlarıyla yıkamak geliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
love, it lingers ➸ vmin
Fanfiction"Birine tüm kalbini verirsen, ve o da bunu istemezse, kalbini geri alamazsın. Sonsuza kadar gitmiş olur."