06

236 36 14
                                    

Mükemmel karşılama törenimizin üstünden yaklaşık iki hafta geçti. Bu arada diğerleriyle çok konuşmadık. Gruptaki sohbetler tam gaz devam ediyordu etmesine ama ben önemli bir konu konuşulmadıkça yazma gereksinimi duymuyordum. Günler bu şekilde sessiz sakin giderken düşüncelerim de günlerle birlikte yuvarlanıyordu. O ses her gece kulaklarımda çınlıyordu sanki.. "Lütfen aptalı oynama Jihoon." Ne yani? Aramızın benim yüzümden açıldığını mı düşünüyordu? Düşünüyorsa bile bu imkamsızdı. Eskiden, ben kimseyi düşünmediğim kadar onu düşünürdüm.. O üzülmesin, gülüşü kaybolmasın diye elimden ne geliyorsa yapardım.. Ben, ben imkansızları başarmaya çalışırdım. Onunla bir kere olsun ciddi bir tartışma yaşadığımızı bile hatırlamıyorum. Bu yüzden suçlu olan kişi ben olamam. En iyisi bu konuyu onunla konuşmaktı. Ne diyebilir di ki? En fazla beni dikkate almayıp konuyu kapatırdı. Ben de hayatıma devam ederdim.
...
Ben düşüncelerimle boğuşurken çalan kapı, beni bu ihtimaller çukurundan kurtaran şey oldu. Her ne kadar beynim düşünmekten kurtulduğu için mutlu olsam da koltuğumdan kalkmak zorunda olduğum için bir nebze üzgündüm. İstemeyerek koltuğumla vedalaşıp kapıya yöneldim. Kapıyı açtığımda karşımda Chan'ı görmek beni biraz şaşırttı doğrusu. Zoraki bir gülümseme takınmak zorundaydım. Tam konuşmaya başlayacaktım ki birden beni kenarı itip içeri girdi. -beni kenarı itmeye ne kadar da bayılıyorlar böyle-

Chan: Hyung, buraya Soonyoung hyung hakkında konuşmaya geldim.

Kanepeye geçmişti, ben de karşısına oturup merakla ona bakmaya başladım.

Jihoon: Soonyoung ile benim ne alakam var? Ayrıca neden onun hakkında konuşmak istiyorsun?

Chan: Hyung, direk konuya gireceğim. Biliyorsun eskiden ne kadar yakın olduğunuzu en iyi bilen kişi benim. O gün, yani buluşma gününde, onun geleceğini öğrendiğinde yüzünün aldığı şekli, o geldiğinde gözlerinin dolduğunu, lavaboya gidip geldikten sonraki halini.. Her şeyi gördüm hyung..

Kaşlarımı çatmış ve ciddi bir ifadeyle onu dinlemeye devam ediyordum. Sonrasında kalkıp yanıma oturdu. Derin bir nefes alıp konuşmaya devam etti.

Chan: Sen lavaboya gittikten sonra telefonunun çaldığını söyleyip masadan ayrıldı. Ben senin yanına geleceğinden adım gibi emindim tabii. Aradan biraz zaman geçtikten sonra masaya peşpeşe dönmenizden anladım. Lavaboda bir şeyler konuştunuz. Çünkü döndüğünüzde bembeyaz olmuştun. Sen farketmesen de ellerin titriyordu. Resmen tüm günüm senin bu hallerini kimsenin farketmemesi için dua etmekle geçti. Seni az buçuk tanıyorsam kendini bu konuyu düşünerek yiyip bitiriyorsundur. Zaten senden sonra onunla da konuşmaya gideceğim.

Chan'ı ağzım açık dinlemiştim. Nasıl olur da hiçbir şeyi unutmamış olabilirdi? Ben bile ona -o zamanlar- her şeyi anlattığımı unutmuştum. Ama o unutmayıp tüm gün beni, bizi izlemişti.

Jihoon: Chan, Soon'la konuşsan da bir şey değişmeyecek. Biz, tabii biz diye bir şey olduysa eğer, eskisi gibi olmayacağız. O yüzden boşver. Yine de düşündüğün için teşekkür ederim..

Kolumu omzuna atıp samimi bir gülümsemeyle baktım ona. O ise "Yapma hyung, içten gülmediğini biliyorum." der gibi bakıyordu. O anda yine gözlerim dolmuştu. Belli etmemek için kafamı aşağıya eğdim. Chan ise kafamı kaldırıp gözyaşlarımı sildi.

Chan: Merak etme hyung, her şey düzelecek.

Bunu dedikten sonra müsaade isteyip kalktı. O gittikten sonra içimden Soonyoung'la konuşmaması için binlerce kez dua ettim. O her şeyi yıllar önce bir çırpıda silmişken, silinmiş yazıları okumaya çalışmanın ne anlamı vardı bu saatten sonra?
...
Bu konu hakkında daha fazla düşünürsem delireceğime kanaat getirdikten sonra akşam yemeğini es geçip erkenden yattım. Ama aklımın bir köşesinde, hâlâ onunla konuşmam gerektiğini direten bir ses vardı.

***

Biraz geç bölüm attım, ehehehe. Birkaç bölüm sonra olayları çıtlatmaya başlayacağım umarım. Bu bölümü böyle mazur görün lütfen^^

smile flower ;; soonhoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin