"Eğer bir bardak daha içersen aşk acısından kendini barlara atıyorsun izlenimi vereceksin." Luhan, önümde duran boş bardakları toplamaya başladığında ona doğru saçma bir gülüşle döndüm. Neler olup bittiğinden haberi olmamasına rağmen, bu kadar çok konuşmasına arkadaşlığımızın dördüncü senesinde alışmayı başarmıştım. Yine de her gecenin sonunda masamdaki boş bardakları saymayı kendisine görev edinmişti, yarı zamanlı annem gibi davranıyordu. Bununla dalga geçmesini de sevdiğim için bu hakkımı daha ayık olduğum vakitlere saklıyordum. Ne kadar içmiş olsam da sınırlarımı bildiğim için başımın hafifçe dönmesi dışında tek bir sıkıntım yoktu. Belki sabah olduğunda biraz midem ağrırdı o kadar. Hayatını olabildiğince düzenli yaşayan biri olarak bunu o kadar da takmıyordum. Ne de olsa insanların optimal hayat dediği düzenin en üst basamağında yaşayıp gidiyordum, birazcık dağıtmanın kimseye zararı dokunmazdı.
"Bırak benim hakkımda istediklerini düşünsünler, Luhan. Nasıl olsa yarım saat sonra beni hatırlamayacaklar bile." Başını iki yana sallayarak onaylamayan bakışları ile barın arkasında duran görevliye uzattı elindeki tepsiyi. Bu barın sahibi olması dışında nazik bir tavrı ve ondan daha mükemmel bir arkadaşlık sevgisine sahipti. Dışarıdan gören herkes onun ya bir çiçekçi ya da şeker dükkanı olduğunu sanardı. Ama görüntüler ve kanıtlar ilk defasında ters yönü gösterirdi. Luhan'ın bileklerinden omuz başlarına kadar dövmeleri, lüks bir barı ve daha da önemlisi sert sözleri vardı. Ondan beklenileni yansıtmadığı için bir çok kişiyle takıştığını biliyordum. Yine de ben birbirimizi tamamladığımızı düşünürdüm.
"Her başarılı operasyon sonrası buraya gelip, sen ve ekibin götünü başını dağıtamaz Kyungsoo, evine bile ben götürmek zorunda kalıyorum." Ellerini beline koyduğunda bu defa gerçekten babama benzemişti. Gözlerimin önüne gelen görüntü yüzünden hafifçe titredim, bu kadar gerçekçi olması tüylerimi diken diken ediyordu. Yarın sabah onları arayıp nasıl olduklarını sormam gerekliydi çünkü ben aynı zamanda harika bir evlattım ve bu gibi küçük detayları dahi atlamıyordum. Sonrasında ise annemin doğum gününde ona almayı planladığım takı setini almalıydım, ah çok pahalıydı.
"Belki de bu defa eve sen götürmezsin." Bir elimi çeneme dayayarak söylediğimde yüzüne kızgın bir ifade yerleşti. Saat sabahın beşine yaklaştığı için geriye bizim çocuklar ve birkaç müşteri daha kalmıştı. Çoğumuzun zil zurna sarhoş olduğunu söylemek kolaydı ama kimseden sorun çıkacak gibi durmuyordu bu gece. Luhan bu kadar şikayet etse de arada sırada çıkan saçma tartışmaları polis rozetimizi göstererek iki saniyede bitirmemizden hoşlandığını da biliyordum. Ayrıca şehrin en azılı katillerini dahi yakalayan bir ekibe kim hayır diyebilirdi?
"Bak, buradan tek başına sokaklara bu kafayla çıkmana izin veremem! Hem eğer birisi seni soymaya falan kalkışırsa o zaman," duraksadı ve kastettiğim şeyi anladığında yüzüne sinsi bir gülümseme yerleşti. Aksanını belli edecek şekilde konuştu, heyecanlandığı her defasında Çinli olduğunu haykırır gibi konuşuyordu. "yoksa birisi mi seni almaya gelecek?"
"Öyle demek pek doğru olmaz, az önce konuştuk. O da buralara yakın bir yerdeymiş." Karşımdaki tabureye oturarak öne doğru eğildiğinde kimsenin bizi dinlemediğine emin oldu.
"O da mı ekipten yoksa?" Başımı iki yana salladım. "Cinayet masasından?" Yine iki yana salladım. "Öyleyse polis değil?"
"Değil, yolun sonunda bir eczanesi var. Hoş birisi ve bir süredir karşılaşıyoruz." Sonlara doğru masanın üzerinde kalan su bardağına takıldı gözlerim. Onu yavaşça önüme doğru çekerek oynamaya başladım. Luhan, dikkatimin başka bir yöne kaydığını fark edince çakırkeyf kafamı ve beni bir başıma bırakmak adına ayağa kalktı tekrar.