"Merhaba!" İçeriye girer girmez karşımıza çıkan ilk memura bu kadar yüksek sesle selam verdiği için kendimi yerin dibine sokmayı planlıyordum. Memur, şaşkınlıkla ona uzatılan eli sıktı ve aynı şekilde karşılık verdi. Ofisime gidene dek bu şekilde en az on durum yaşadık, yüzüm kıpkırmızı olmuşken dahası olamaz diye düşünüyordum. Amirim odasından çıkmaya karar verene dek de olmamıştı zaten.
"Hemen odaya gir." Lucifer, sessiz uyarıma kulak asmamış ve birkaç adım ötemizde duran yaşlı adama karşı kocaman bir gülümseme sunmuştu. Doğal olarak o da bize doğru gelmişti.
"Günaydın Kyungsoo." Emniyet Amirim, her zamanki gibi yüzündeki geniş gülümseme ile selam vermişti. Hiçbir şeyden şüphelenmemesini dileyerek yanımdaki kişinin varlığını görmezden geldim.
"Günaydın Başkomiserim." Fakat hiçbir şey beklediğim gibi gitmeyecekti. Lucifer, elini uzattığında gözlerimin şaşkınlıkla genişlemesine engel olamamıştım dahi. Yüzündeki büyük gülümsemeyi fark ettiğimde ise her şey için çok geçti.
"Merhaba. Ben Kim Jongin." Aklından geçenleri bilmiyordum ve bu beni daha çok korkutmuştu. Kısa selamlaşmalarının ardından amirim elini geri çekerek işi olduğunu söylemişti. Kim olduğunu veya neden benimle birlikte olduğunu sormaması garipti fakat üstünde durmadım. Yine şu şeytani bilmem ne güçlerinden kaynaklı olmalıydı. Odama gitmek için acele ettiğimde beni takip ettiğini bildiğimden kapıyı açık bırakarak içeri girdim.
"Evet, şeytani bilmem ne güçlerini kullandım." Eğlenerek konuştuğunda masama oturmak üzereydim, insanı çıldırtma konusunda üstüne yoktu. Benim de konuşmaya hakkım yoktu.
"Kim Jongin de nereden çıktı?" Kapıyı kapatarak önümdeki koltuğa oturdu ve anlık bir dejavu hissine kapıldım. Bacak bacak üstüne attığında yüzünde anlamadığım bir ifade vardı.
"Bilmem, tanışmış olsak bile öyle biriyle muhtemelen unutmuşumdur. İnsanları aklımda tutmakla uğraşmıyorum, eninde sonunda ölüyorlar nasıl olsa." Beni daha fazla ne kadar şaşırtabilir diye düşündüğüm her defasında çıtayı biraz daha yükseltiyordu. Kendi kendime bir şeyler mırıldanarak gündelik işlerime odaklanmaya çalıştım. Onun için düzenimi bozmayacaktım, hem neler olup bittiğini yakın olarak görmek istediğini söyleyen de kendisiydi. Bu yüzden onun eğlenip eğlenmemesi umrumda değildi.
Aradan sessiz geçen bir saat boyunca masamda birikmiş olan tüm dosyaları düzene sokmakla uğraşmıştım. Lucifer, ya da Kim Jongin ise masamdaki bibloları tek tek incelemeye koyulmuştu. Göz bebekleri o kadar yavaş hareket ediyodu ki gerçekten bir noktaya baktığına inanmak zordu. Yan profilini incelemeye başladığımda aslında o kadar da korkutucu olmadığına karar vermek üzereydim. Saçları alnına ulaşabilecek kadar uzundu benimkilerin aksine. Çene hattı çok keskindi ve buna oranla dudakları bir o kadar masum çizgilerle yüzüne yerleştirilmişti. Gözlerine kayan bakışlarım ilk olarak kirpiklerine takıldı sonrasında elmacık kemiklerine. Bana dönen bakışları ile olduğum yerde kalakaldım. Yakalanmış olmanın verdiği utançla bilgisayarıma döndüğüm anda hafif kıkırtısını duyabiliyordum.
Ekranı yenilediğim gibi e-postama düşen yeni mail ile aklım başıma geldi. Luhan'dan güvenlik kayıtlarını istemiştim. Boğazımı hafifçe temizleyerek video kaydını açtığımda Jongin'in de -bu şekilde seslenmek daha normal geliyordu- bakışları ekranıma kaydı. Kaydın toplam uzunluğu on beş dakika kadardı. Dikkatle her şeyi izlemeye başladığımda Baekhyun'un dışarıya çıkışını ve ikimizin konuşmasını gördüm.
"Durdur."
"Ne?"
"Durdur." Tekrar ettiğinde istediği gibi durdurma tuşuna bastım. Sorun neydi bilmiyorum ama kaşlarını çatmış ve rahat görüntüsü yerle bir olmuştu. "Ekrandaki görüntüde kimi görüyorsun?"