Başlangıçta bütün suçun büyük büyük büyük dedemde olduğunu düşündüm. Eminim kendisi bunu duysa çok üzülürdü fakat yarım asır önce bu fani dünyadan göçüp gittiği için o kadar da önemli değil, istediğim gibi suçu ona atabilirim yani evet, bütün suç bana göre büyük büyük büyük dedemdeydi. Belirli bir dönem, delirip de gözümün hiçbir şeyi görmediği bir evrede büyük büyük büyük dedemden ve ondan sonra gelip de bu enayiliğe devam eden tüm aile bireylerimizden nefret ettim, ki buna gözlerimin önünde bu enayiliği sürdüren babam da dahildi. Bu bahsettiğim evrede düşünmek zorunda kaldığım tonlarca şey vardı, bunların içinde başı çekense aile büyüklerimden aldığım aptallık geninden kurtulmam gerektiği fikriydi. Çünkü bana göre her şeyin suçlusu onlardı. Bu kadar aptal olmamın da..Şöyle bir zincir oluşturdum.
Büyük büyük büyük dedem vakti zamanında Kim Jongin'in büyük büyük büyük dedesinin evinde kahya olarak çalışmaya başlamasaydı;
Çalışmaya başladığı yetmiyormuş gibi aileye bağlı kalacağına dair yemin etmeseydi;
Kendisinin bu ahmaklığı yapması çok matrak bir şeymiş gibi bir de doğan çocuklarına, ve onların da doğan çocuklarına ve onların da doğan çocuklarına zorla yemin ettirip Kim ailesine sonsuza dek hizmet etmek için o evde kalmalarını dayatmasaydı;
Benim sevgili babam da bu yemini tutarak Kim ailesinin evinde kahya olarak çalışmasaydı, ben Kim Jongin'le tanışmayacaktım, tüm bu olanlar olmayacaktı, belki de ben de dahil herkes mutlu olacaktı ve işte sonuç olarak evden kaçmak zorunda kalmayacaktım.
Dediğim gibi her şeyin suçlusu o ve onun ahmaklığıydı. Tabii bu en kötü ihtimali düşünmek ve tüm sorumluluğu üzerimden atmak istediğim için böyleydi. Aslına bakılırsa suçlu bendim, dedelerim ya da bir başkası değil. Babam hiç değil. Herkesin de böyle düşündüğüne emindim. Gözlerimin içine bakıp benim her şeyi mahvettiğimi düşünmeyen tek bir kişi bile yoktu. Ben doğmadan önce yolunda olan her şey ben doğduktan sonra mahvolmuştu.
Aslında anlatmam gereken her şey doğduğum anla başlamalıydı. Doğduğum odadan bahsedebilirdim mesela, mavi duvar kağıtlarından, pencerenin ahşap çerçevelerinden, pencereye vuran çınar ağacından ve o ağacın artık evin bahçesinde olmadığından bahsedebilirdim. Doğduğum gün ölen annemi, o olmadan büyümenin içimde bıraktığı eksikliği ve o eksikliği dolduran tek insanı konuşurduk. Kim Jongin'in de benim doğumumdan üç sene önce aynı odada dünyaya gözlerini açtığını anlatmam güzel olurdu. Daha sonra aynı evde, ben bodrum katta o ise evin üçüncü kattındaki odasında yaşarken birbirimizi nasıl görmezden geldiğimizden bahsederdim. Günün birinde her şeyi mahvedişimden ve daha sonra olanlardan, yaşadıklarımızdan, edindiğimiz arkadaşlıklardan, sırlarımızdan, birbirimize bakışlarımızdan ve en sonunda tüm bunları arkamda bırakıp bir daha dönmemeye yemin ederek evden kaçıp gidişimden bahsetmem her şeyin tam olarak anlaşılması için daha kolay olurdu. Fakat tüm bunları anlatamazdım çünkü canımı acıtıyordu.
Eğer hayatımı bir hikaye olarak anlatacaksam doğduğum gün hikayenin başlangıcıydı, evden kaçışım ise hikayenin sonu. Ama bu bir hikaye olmaktan çok uzaktı. Bu, hiçbir şeydi. Benim için ve diğerleri için hiçbir şey, bu yüzden hiç kimsenin canı acımıyordu. Bense beni bitiren şeyin 'hiçbir şey' olmasını kaldıramıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Armagnac // sekai
Fiksi Penggemarseni hatırladıkça bir kadeh armagnac içerim armagnac demek yirmi beş damla gözyaşı demekmiş demek her akşam yirmi beş damla gözyaşı içerim