episode seven; perdu & trouvé

819 64 136
                                    

yn: üç bin iki yüz kelime. hiatusden dönmemin şerefine. bol yorum isterim, şimdiden teşekkürler...


Bazı anılar senden ve şuan olduğun kişiden asla ayrılmazlar. Denizdeki tuz, gökyüzündeki yıldızlar gibi, senin bir parçan olurlar. Ve onları taşırsın, kendinle birlikte. İnsan her şeyden kaçar da, kendisinden kaçamazmış.

Ayakları ihanet ediyordu, koşmak her zaman yaptığı gibi yürümek istiyordu. Oysa gizli bir düğümle bağlanmışcasına, bankta oturuyordu. Yalnızdı, yağmur yağıyordu. Çoğunlukla yağmur yağardı zaten ve her gökyüzü karardığında, yeryüzüne su damlaları düştüğünde, buraya gelir bankın ıslaklığına aldırmadan oturur gözlerini griye boyanan gökyüzüne dikerdi. Yapacak bir şeyi yoktu çünkü, beklemekten başka. Neyi bekliyordu, kimi bekliyordu? Kafasından geçen düşünceler bir yana kendine bu soruları soramıyordu bile. Cevabını bilmediği bir soruyu, sorsa ne işe yarardı ki? Bazen Aşk Çeşmesi'ne gider, üzerinde heykeller bulunan taşlardan akan suların kayıp gitmesini izler, bazen bir sanatsal müzenin önünden geçer, fakat içeri girecek cesareti gösteremeyip tekrardan buraya gelirdi. Kimsenin keşfetmemiş olmasına, kendisine özel bir yerinin olmasını seviyordu.

İlk üç ay güneşli günlerin ardından, beşinci aylarda hava kararmaya başlamıştı. İşte bu zamanlarda buraya daha sık gelir olmuştu. Tepede kalan banka oturur, Roma'nın geceye karışan güzelliğine hayran kalırdı. Yalnız olmayı sorun etmezdi genelde. Fakat burada, bu şehirde, kendi başına yalnız olmak, ölümden beterdi sanki.

Kiraladığı evin ön bahçesinden geçerken Bayan Odell'ın kendisine bakıp hafifçe gülümsediğini gördü. Gücü olmamasına rağmen, karşılık verdi ve ağır adımlarını duraksatmadan atıp üst kata, kendi dairesinin kapı anahtarlarını çıkarırken Bayan Odell'ın kızıyla karşılaştı. Yirmi yaşlarında olan kız siyaha yakın kısa saçları, koyu kahverengi gözleriyle, başka birisini hatırlattığı anısıyla bakması güç biriydi onun için. Sessiz kaldı ve hızla içeri geçip kapıyı ardından kapattı. Bakışları üzerine gittiğinde ıslak kıyafetlerini fark etti. Uzamış saçları da ıslaklıktan gözünün önüne düşmüşlerdi ve elleri hafiften uzamış sakallarına gitti. Ardından banyoya yol aldı adımları.

Vücudunun titremesini sağlayan soğuk suya karşı kafasını eğdiğinde ağır ağır düşen damlalar başından yan tarafa yol alıp dudaklarına değiyor, oradan da aşağı düşüyorlardı. Bakışları karnına gitti, karnındaki yara izini gördü. Gözlerini yumdu yavaşça. ''Seni affediyorum Will. Sende beni affedebilecek misin?''

Gözlerini hızla geri araladı. Anılar rahatsız ediciydi. Fakat elinde kalan tek şeydi, hatıralar. Onlara tutunmaktan başka bir şey yapamıyordu artık. İki elini de sular süzülen mermere koyduğunda, bakışları ellerindeki yaralara gitti, gözleri tekrar kapandı. "Onları kimin sana verdiğini asla unutma. Yaralarımız bize geçmişin yaşandığını gösterir."

Kalbinde hissettiği o korkunç duyguyu atamıyordu. Her saniye oradaydı, kendini belli edercesine, çığlık çığlığa varlığını sezdiriyordu. Ufak kırıntıları kalmış nefret duygusu git gide kayboluyordu onun sayesinde. Korkunç bir özlem duygusu.

Hissettiği tek güzel duygu, gece olduğunda ufak balkonunda oturup yıldızlara baktığında duyduğu şeydi. Ufukta Orion, yanında da Jupiter'i görme umuduyla yıldızlara bakardı. Her gece olduğu gibi aynısını yapmak için balkona çıkarken, üzerine bir battaniye geçirdi. Saçları ıslak olduğundan hâlâ, buklelerinden damlalar düşüyordu fakat aldırmadı. Yere yerleşti ve arkasını duvara dayayıp başını kaldırdı. Biliyordu; aynı yıldızlara sahiptiler, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar. Bu yüzden gözlerini kapayıp uyumak istese de, yıldızlara bakmaya devam etti. Gözleri hafiften kapanmaya başladığında, yıldızlara dönük başı ağır şekilde aşağıya yol alırken, bir an için başının Hannibal'ın omzuna düştüğünü ve orada uyuya kaldığını hissetti. Uykunun tatlı çekiciliğine yenik düştü fakat başı umduğunun aksine, boşluğa düşmüşü.

folie à quatre | hannigramHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin