kırmızı saçlı

23 4 1
                                    

Her insanın hayatında belli başlı dönüm noktaları vardır. Bende bunlardan bir sürü var. Mesela annemlerin Meksika'ya gitmesi gibi, benim de arkalarından koşturmam gibi, uşağımın ölmesi gibi. Ama bunlardan en büyüğü Leon'a ayak basmamdı. Hayatımda gördüğüm en boktan şehre dedemin kök salması kadar kötü bir şey varsa o da sonsuza dek burada kalmak zorunda olmamdı. Dedem vasiyetinde onu hiç görmemiş torunu olan ben eğer mirasına konmak istiyorsam Leon'daki fabrikaların başına geçmek zorundaydım. Allah'ın belası şehir bok kokuyordu, içinde bolca deri ve sanayi fabrikaları vardı. En azından Google böyle demişti. Ama Google fabrikalardaki uyuşturucu satışlarından habersizdi. Ben de öyle. Annem ve babam da öyle. Bu uyuşturucu işi daha sonradan başıma bela olacağı kesindi.

Leon'a geldiğimde ilk iş olarak bir otele yerleşmiş ve etrafı gezmiştim. Bir şehirde yaşamanın en iyi yolu o şehri iyi bilmekti. Burada fabrikalardan dolayı gezilecek pek bir yer yoktu. Ben de fabrikaları araştırmıştım. Yüzde altmışının Park ailesine ait olduğunu öğrendiğim fabrikaları. Daha sonra Adelio'nun bana verdiği kağıtta yazan adrese gittim. Koca bir villa beklerken karşıma küçük bir Meksika evi çıkmıştı. Taştan, eski püskü ve pis. Açık kapıdan içeri girince burnuma kötü bir koku geldi. Bu kokuyu nerede duysam tanırdım. Uşağım da aynı böyle kokardı. Ölü kokusu. Oturma odası olduğunu düşündüğüm yerde koltukta olan iki çıplak beden ölmüş duruyordu ve neredeyse çürümeye yüz tutmuşlardı. Annem ve babam. Seks yaparken öldürülmüş gibi gözüküyorlardı. Allahın belası şehirde sevişirken ölmüşlerdi. Annemin iki memesinin ortasında ve babamın da tam alnında bir delik izi vardı. Anlaşılan mermi annemin vücudundan girip babamınkinden çıkmıştı. Üzülmem, ağlamam ya da dünyam başıma yıkılmış gibi olmam gerekirdi. En azından Chanyeol öyle olurdu. Ama Sandiego böyle yapmazdı. Yapamazdı.

"İncelemen bitti mi bebiş?"

Arkamdan gelen derin ve kadifemsi ses yüzünden yerimde sıçradım. Kırmızı saçlı bir çocuk kapının yanında dikilmiş bir bana bir de koltukta ölü duran ebeveynlerime bakıyordu. Sikimsonik Leon serserileri. Sen kimsin diye sormak istedim ama ben ağzımı açmadan o konuşmaya başladı. "Bak beybisi. Bana buraya geleceğini söylemişlerdi ama bu kadar geç geleceğini kimse haber vermedi. Ne boklar oldu da Las Cabos'dan buraya gelmen o kadar uzadı? İki aydır her sabah buraya gelip seni bekledim. Evi korumak ne kadar zordu biliyor musun? Hatta bir an asla gelmeyeceğini sanıp evi ateşe verecektim." 

Kesinlikle susmuyordu. Ben onu durdurmasam konuşmaya devam ederdi. "Sen kimsin?"

Şaşkın gözlerini bana çevirdi. Kıstığım bakışlarım ile onu baştan aşağı süzdüm. Siyah deri pantolon, siyah tişört, siyah botlar, siyah ceket, siyah eldivenler. Bir tek saçları kırmızıydı. "Dedişkonun vasiyetini sana iletecek o yüce kişi. Kyungsoo. Do Kyungsoo."

Elime bir parça kağıt uzattı. Sadece tek yaprak bir kağıt. Tek bir madde. 

"Torunum Park Chanyeol'ün bütün mirasıma sahip olabilmesi için Meksika/Leon'daki fabrikalarımın başına geçmesini talep ediyorum."

Hassiktir be dedim dışımdan. Koca şehrin yüzde altmışı. "Eğer bunu kabul etmezsem ne olur?" diye sordum Kyungsoo'ya. Tırnaklarıyla ilgilenen Kyungsoo bir anda bana döndü ve "Ha? Ne dedin?" diye sordu. Elimdeki kağıdı salladım. "Aaaaa sen miras işini diyorsun. Ondan daha önemli olan bir şey yok mu sence de?" deyip sırıttı. Bakışlarını takip edince arkamda çıplak halde yatan annemi ve babamı işaret ettiğini gördüm. Hassiktir be dedim dışımdan. 

Kyungsoo yanıma gelip elimdeki kağıdı aldı ve uzun uzun bakmaya başladı. 

"Senin için bir teklifim var. Eğer teklifimi kabul edersen ailenin ölülerini hallederim ayrıca mirası da fabrikaların başına geçmeden sana veririm. Ama teklifimi kabul etmen gerekir."

"Ne istiyorsun?"

Omuzlarını silkip yüzünü ekşitti. "Bunu benimle değil patronumla konuşursun. Ama benimle gelmeye karar verirsen teklifi reddetmek gibi bir seçeneğin de olmaz."

Sıkıntı ile arkamı dönüp annemle babama baktım. Ortada bir cinayet vardı. Birileri gelip en özel anlarında onları öldürmüştü. Normalde bu bir kan davası demekti ama ben buraya mirası olduğum paraları alıp geri dönmek için gelmiştim. Ölmüş ebeveynlerim bana hiç yardımcı olmuyordu. Ne adımın çıkmasını ne de ailemin ortada kalmasını istemiyordum. Ne de paraların geride kalmasını.

"Tamam, gidelim. Ama başım belaya sıkışırsa bu işte yokum."

Kyungsoo gözleri kısılana kadar gülümsedi. Eliyle onu takip etmem için beni çağırdı ve evden çıktık. Evin bulunduğu sokaktan yukarı 100 metre çıktıktan sonra sola dönüp bir başka sokağa girdik. Cebinden bir anahtar çıkardı ve ileride duran SUV'a bindi. 

"On beş dakikaya oraya varırız. Gideceğimiz yollar biraz engebeli. Arabama kusarsan seni öldürürüm. Su istersen arka koltukta. Başka istediğin bir şey varsa da inince söylersin. Şimdi koltuğunu geriye yasla ve uyu. Tamam mı?"

"Uyumak isteyeceğimi sanmıyorum."

Sırıttı ve kontağı çalıştırdı. "Ben de öyle düşünmüştüm."



Kyungsoo'nun arabası böyle bir araba

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Kyungsoo'nun arabası böyle bir araba. Hatta direkt bu araba. Hiç sevmiyorum böyle geçiş bölümlerini yazmayı::((. Keşke bir an önce ana olaylara geçsek.

düşmem ben kanatlarım var ruhumdaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin