Saat gece yarısını geçiyordu. Enteresan bir ortam mevcuttu. Etrafımda bir sürü insan öpüşüyor, sevişiyor ya da kavga ediyordu. Ben ise yalnızca içiyordum. Dünyanın bin türlü derdini sikip atmış, yalnızca içiyordum. Yudum yudum, boğazımdan geçen keskin bir acısı olan sıvıyı, hiç duraksamadan yudumluyordum.
Yorgunluk nedir bilmediğim şu son haftalarda yalnızca oturuyor, ve düşünüyordum. Çoğu işim ters gitmişti. İddiaların hiçbiri tutmamış, adeta çökmüştüm.
En son görüştüğüm adam, son oynadığımız şans oyununda kazandığımızı, benim için güzel bir sürprizi olduğunu söylemişti. Bunu düşünmeden edemiyordum. İlk defa para ve hayat kadını dışında bir sürprizi vardı.
Son yudumumu aldım ve masanın üzerine bir deste para bırakıp çıktım ortamdan. Hava hafif rüzgarlı ve yağmurluydu. Üstümdeki ince tişört, su damlaları bedenim ile temas eder etmez tenime yapışmıştı. Elimi gözlerimin üstüne gölgelik yaptım ve gözlerimi kısarak etrafta arabamı aramaya koyuldum. Arada bir ayaklarım tutmuyordu, yalpalıyordum. Çoğu kez duvardan, bazen de arabalardan destek alarak sonunda buldum aracı.İçine girdiğimde hemen üstümdeki tişörtü çıkardım ve yan koltuğa attım. Kendimce kurulanıp, klimayı ayarladım. Yola koyuldum ve çok geçmeden evin önüne vardım. Çok uzağa gitmemiştim çünkü sarhoşken asla önümü göremiyor ve araba da süremiyordum.
Zengindim, hem de fazlasıyla. Fakat bir apartman dairesinde kirada kalıyordum. Üçüncü kata çıkacak zorunda olduğum düşüncesi beni her seferinde arabada kalmaya itiyordu. Yutkundum ve öylece, tişörtümü yan koltukta bırakıp dışarı adım attım. Yağmur biraz olsun dinmişti fakat hâlâ esiyordu. Telefonu ve arabanın anahtarını arka cebime yerleştirdim ve giriş kapısına ulaşan merdivenlere adımımı attım. Öyle ayyaştım ki, merdivenler çık çık bitmiyordu. Kendimi herhangi bir tanesine attım ve kafamı duvara yasladım. Birkaç dakikanın ardından uzaktan bir ses geldi. Ses öyle buğuluydu ki, yalnızca adımı duyuyordum. Kimin sesinin olduğunu veya ne kadar uzaktan geldiğini seçemiyordum. Gözlerimi hafifçe yarıladım ve karşımda iki kat üstümde oturan, güzel geceler geçirdiğim, çoğu kez altımda olan güzeller güzeli komşumu gördüm. Park Jimin.
Elini omzumda hissetmemle irkildim ve doğruldum. Bir şeyler geveliyordu, hiçbir tepki vermeden kulak astım söylediklerine.
"Üşüteceksin Hyung, ne işin var senin bu saatte, bu şekilde dışarıda? Tanrı aşkına kalk haydi, at kolunu omzuma." bir kolumdan tuttu ve söylediğini yaptı, omzuna attı. Kaldırırken biraz zorlandı fakat ben de yardımcı olmaya çalışıyordum. "Haydi Tae, haydi Hyung." Derin nefesler alıp ayağa kalktım ve apartmana adımlarımızı attık. Asansör vardı fakat çalışmıyordu. Jimin ise susmuyordu, peş peşe bir sürü sorular sordu.
"Neden bu kadar çok içtin? Ya markete çıkmamış olsaydım ve sabaha kadar burda kalsaydın. Aassh! Cidden çok sinir bozucu, bir de üst kattan öksürük seslerini çekecektim..."
Duraksadı ve son bir adım kala, sözüne devam etti.
"...inlemeler yetmiyormuş gibi."Boğazını temizledi "Anahtarlar nerede, sende mi?"
"Arka cebimde."
Duvara yaslanmıştım ve kısık gözlerle ona bakıyordum. Elini cebime soktuğu anda onu kendime çektim. Nefeslerim onunkiler ile birleşmişti ve gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
"Hyung. Şimdi olmaz. Kafan yerinde değil."
Yutkundum ve kulağına yaklaştım. Oldukça sakin ve hırıltılı çıkan sesimle bir şeyler geveledim.
"Kafam gayet yerinde. Ayrıca günlerdir beni düşünerek çektiğini biliyorum Jimin."
Yanaklarının kızarıklığını görebiliyordum. Dudağımı dudaklarıyla birleştirdim ve sertçe öptüm. Sertçe öyle lafın gelişi değil, dişlerinin kanadığından emindim çünkü ağzımı demir tadı kaplamıştı. Erkekliğimi onunki ile temas ettirince ikimiz de aynı anda, sessizce ve usulca inledik. Ellerim, onun belindeydi ve elleri saçlarımdaydı. Çekiştirip duruyordu, ben ise çoktan kalçasını kavramış tüm var gücümle sıkmıştım. Gittikçe hararetlenen olayı içeriye taşımak adına, onu ileri itmiştim ve kapıyı açması için olanak sağlamıştım. Tam o sırada yukarıdan kapı sesi duyduk. Jimin bir anda irkildi ve gözleri koskocaman açıldı. Gözüm erkekliğine gittiğindeyse sertleştiğini dokunmadan bile hissediyordum. Gülümsememe neden olmuştu. O ise oldukça heyecanlı bir şekilde geriye attı kendini. Sessizce söylendi.
"Ağabeyim!"
Doğruldum ve anahtarı elinden aldım. İşaret parmağımı dudağımın üzerine yerleştirip gözlerimi, hiçbir sıkıntı olmadığını hissettirmek adına birkaç saniye kapadım ve açtım. Elimle gitmesini işaret ettiğim sırada yukarıda ağabeyi Seokjin'in sesini duyduk.
"Jim? Oradaysan eğer bir an önce eve gelsen iyi olur. Geberteceğim seni!"
Sesi çok sinirli geliyordu. Belli ki Jimin yine ondan habersiz evden ayrılmıştı. Kıkırdadım ve cevap vermesi için kafamı salladım.
"Geliyorum J-"
"Benim abi! Benim geliyorum. Ayağım, a-ayağıma kramp girdi hemen oradayım, geliyorum."
"Acele et, kapı açık."
Derin bir nefes almıştı ve dudağını bükerek bana el salladı. Ben ise yalnızca gülümsüyordum. Elimi erkekliğimin yakınlarına götürüp sanki hayali bir penise çekiyormuş gibi ileri geri hareketler yaptım, beni düşünerek çektiğini hatırlatmak için.
"Çekmeye devam." dedim ve kıkırdadım.
Bir anda yanıma gelip vurdu ve fısıldadı.
"Bundan sonra öpüşmek bile yok, anladın mı seni adi pislik?"
Kafamı salladım ve anahtar ile kapıyı açtım. İçeri
girdim ve arkama bile bakmadan kapıyı kapattım.
Saçlarım alnıma yapışmıştı. Onları geriye attım ve yutkundum. Yalpalayarak koltuğa attım kendimi. Soğuktan donmuş kalçam koltuk ile temas eder etmez bir titreme ile doğruldum. Telefon ısrarla çalıyordu. İlk çaldığında sallamadım ve kim olduğuna bile bakmadan masanın üzerine attım. İkinci çalışında daha çok doğruldum ve dirseklerimi dizimin üzerine koyup telefonu aldım. Arayan Namjoon'du. Muhtemelen sabah bahsettiği sürpriz için arıyordu. Düşünmeden açtım ve açar açmaz heyecanlı bir sesle karşılaştım."Taehyung! En geç saat beşte malikanede ol. Rica etmiyorum. Burada olman gerek, sikeyim cidden çok güzel."
Ne olduğunu anlamamıştım ve kaşlarımı çattım.
"Ne olduğunu doğru düzgün söyleyecek misin yoksa suratına kapatıp uzun bir süre için uykuya mı dalayım sikik herif?"
Hiç beklemeden cevap verdi.
"Burada bir çocuk var. Kazandığınız şey bir peygamber dostum. Hatta ilah bile olabilir. Küçük Tae onu çok sevecek."
Son cümlesinde kıkırdamıştı. Kaşlarım hâlâ çatıktı ve benimle dalga geçtiğini düşünüyordum. Neden kazandığım bir iddia sonunda çocuk göndermişlerdi? Ayrıca ne yapacaktım onu ben? Satsam alan kimse olmazdı, son zamanlarda herkes kadın çalışan istiyordu, etrafta gay tanıdığım kalmamıştı. Yutkundum ve telefonun diğer ucundan gelen sese yanıt verdim.
"Hey Tae, orada mısın?"
"Geldiğimde konuşuruz, iyi bakın ona ve Joon, ona bir kişi bile dokunursa dokunan kişinin ellerini kırarım."
Cevap vermesini beklemeden kapattım telefonu. Saat üçtü ve bir iki saat sonra orada olmam gerekiyordu. Bu hâlde daha tuvalete bile gidemezken bir de onca yol için araba kullanmak zorundaydım. Bu yüzden alarmımı kurdum ve kafamı yastığa yasladım. Gözlerim hemen kapanmıştı ve sonrasında derin bir sessizlik.