-Jungkook'un ağzından-
Oturduğum sandalye oldukça rahatsızdı. Çırılçıplaktım ve utanıyordum. Karşımda yaklaşık on bir tane adam, yüzlerindeki maske ile bana bakıyorlardı. Kendi aralarında konuştuklarını net bir şekilde duyabiliyordum. Kilolu olan, sarışının kulağına yaklaşıp bir şeyler söyledi, ben ise pür dikkat söylediklerine kulak vermiştim.
"Beğenirler mi sence?"
"Beğenirler tabii, baksana şunun güzelliğine, çok iyi iş görür."
Sarışın sinsi bir gülüş ile bana bakıp yeniden bir şeyler söyledi.
"Ayrıca henüz bir kişi bile dokunmamış ona, yıllardır bir yerde eğitim veriyoruz ayağına tutmuşlar onu, şimdi de seks oyuncağı olarak satılıyor, ne yazık!"
Duyduğum şeyler üzerine gözlerim açılmıştı. Seks oyuncağı mı? Bu da ne demek oluyordu. Sandalyede doğruldum ve bunu fark eden üç kişi bir anda yanıma geldiler. Ağzım değil fakat elim ayağım bağlıydı. İçlerinden biri kulağıma yaklaştı ve elini erkekliğime koyup fısıldadı. O anda sırtım bir yay gibi gerilmişti, ağzımdan istemeden küçük bir inleme sesi çıkmıştı.
"Senin yerinde olsam kımıldamazdım, Bay..."
Bileğime sarılı olan bez parçasının üzerindeki yazıyı okudu.
"...Jeon Jungkook."
Yutkundum ve tam konuşacakken erkekliğimdeki elini sıktı ve yukarı aşağı hareketler yaptı. Ben ise oldukça sert inlemiştim. Herkes bana bakıyor ve gülümsüyordu. Omzuma kondurduğu öpücüğün hemen ardından kapı açıldı. İçerisi ışık doldu ve gözlerim kapıya yöneldi. Az önce bir kurt olan adam şimdiyse kuzu olmuştu. Elini çoktan benden çekmiş diğer elemanların yanına gitmişti. Uzun boylu, uzun saçlı adam bana doğru yaklaştı. Saçlarımdan tutup kafamı yukarı kaldırdı. Gözlerim hemen kafamdaki ışık ile karşılaşınca hafif kısılmalarına neden olmuştu. Gülümsedi ve sessizce konuştu.
"Düşündüğümden de güzelmişsin."
Yutkundum ve bu kez konuşmak için cesaretimi topladım. Boğazımı temizleyip ağlamaklı bir tavır ile atıldım.
"Neredeyim ben? Neden çıplağım? Neden tutuyorsunuz beni burada? Söylesenize bir şey, neden!?"
Canice gülümsüyordu. Çok sinir bozucuydu. Beklediğim cevabı alamamıştım fakat konuşmuştu.
"Ağzını da kapatmak zorunda bırakma bizi güzelim. Emin ol bantla değil, hoşuna gidecek daha büyük bir şeyle kapatırım."
Etrafındaki tüm herkes gülmüştü. Ne olduğunu anlamıştım fakat iğrenmiş bir tavır ile onlara bakıyordum. Telefonunu çıkardı ve birini aradı. Konuşmaları oldukça rahatsız ediciydi. Beni büyük bir şehvetle övüyordu. Fakat benim hiç de hoşuma gitmiyordu. Konuştuğu kişinin adı Taehyung idi. Tae. Hiç tanıdık gelmiyordu. Konuşması bittiği sırada yüzü düşmüştü. Sırtını döndü ve etrafımdaki bir sürü adama bağırarak şunları söyledi.
"Emir büyük yerden, dokunmayacakmışız seks oyuncağımıza. Kırarmış ellerimizi. Temiz istiyor elemanı."
Odadan çıktı ve kapıyı sertçe kapattı. O çıkar çıkmaz az önceki adam yanıma yaklaştı ve söylendi.
"Dua et Taehyung'dan emir geldi, yoksa bir gecede eskitirdik deliğini."
Kıkırdadı ve yeniden eski yerine geçti. Kalbim hiç olmadığı kadar hızlı atıyordu. Sürekli yutkunuyordum ve bu beni susatmıştı.
Tam iki saat boyunca öylece oturup, on bir tane adamın bana bakışlarını izlemiştim.
-Taehyung'un ağzından-
Alarmın çalmasıyla koltukta doğruldum. Biraz bile kımıldamamıştım. Öyle güzel şekil almıştım ki koltukta yirmi saat daha uyuyabilirdim. Dudağımı ıslattım ve koltuktan kalktım. Hâlâ matiz bir hâlim vardı.
Adımlarımı mutfağa yönelttim ve tezgahın üzerinde duran Jimin'in iki gün önce benim için getirdiği kurabiyelerden attım ağzıma. Biraz bayatlardı ama bayağı ayakta tutuyorlardı beni. Bardağa sürahiden su doldurdum ve tamamını içtim.
Odama giderken zaman kaybetmemek adına pantolonumu çıkardım ve koltuğa attım. Odama girer girmez dolaptan siyah pantalonumu geçirdim altıma. Üstüme ise siyah, boğazlı kazak giymiştim. Pencereden dışarı baktım ve dünkünden daha kapalı bir hava olduğunu gördüm. Dolaptan kabanımı çıkarıp, üstümdeki diğer her şey kadar siyah olan atkımı öylesine attım boynuma. Saçlarım dün ıslak yattığım için kabarmışlardı. Bu yüzden elimle yatıştırdım ve parfümden birkaç kez, farklı yerlere sıktım.
Dudağımı ıslatıp, masanın üzerinde duran sigaradan bir dal aldım ve paketin üzerindeki çakmak ile yaktım. İçime derin bir duman çektim ve paketi kabanın cebine atıp dış kapıya ilerledim. Parmaklarımın arasına aldığım sigarayı yine dudaklarım ile buluşturdum ve o sırada elime botlarımı aldım. Hızlıca geçirdim, sigaranın dumanı gözlerimi yakmaya başlamıştı. Hafif sesli küfürler ettim. Sonunda tamamlanacaktım ki telefonu unuttuğumu fark ettim. Daha çok küfürler savurup masanın üzerindeki telefonumu aldım. Sigaranın yanına bıraktım ve bu kez evden çıkıp hızlı adımlarla aşağı indim.
Arabayı açtım ve koltuğa yerleştim. Malikane biraz uzaktı ve hava hâlâ karanlıktı. Henüz güneş doğmamıştı ayrıca zaten hava kapalıydı. Yaklaşık bir saatin ardından, güneşin doğmasıyla malikanenin önüne vardım. Arabadan indim ve karşımdaki gruba baktım. Yavaş adımlarla yanlarına ulaştım ve seslice hepsine bakarak konuştum.
"Nerede?"
İçlerinden biri atıldı ve heyecanla yanıtladı.
"Bodrum katında. Elleri ve ayakları bağlı. Ayrıca etrafında da bir sürü adam var. Yemin ederiz bir kişi bile dokunmadı."
Bir an sinirlendim ve adamın yakasından tutup kendime çektim. Gözlerine bakıp, bağırarak konuştum.
"Neyiz biz? Organ mafyası mı?"
Yakasından iterek dengesini kaybetmesini sağladım. Ardından Namjoon'a bakıp, bağırdım.
"Elinin ayağının bağlanması nedir Joon? Sana ben demedim mi ona iyi bakın diye?"
Kafa salladı ve sessiz, korkmuş bir şekilde cevap verdi.
"Sen de başımıza iyilik meleği kesildin, daha önce gelenlere neler yaptığını bilmiyoruz sanki."
Yutkundum ve kulağının yanına yaklaştım.
"Ben, Joon. Sadece ben yapabilirim. Siz değil. Ben. Sadece ben."
Omzuna birkaç kez hafifçe vurup içeri adımımı attım. Bodrum katına attığım her bir adım yankılanıyordu koca evde.