Kapıyı açtığım anda ayakta olan korumalar bir anda hizaya gelmişlerdi ve kafamla dışarı çıkmalarını gösterince hepsi birden, aynı adımlarla dışarı çıktılar. Hissiz bir şekilde, kapıya arkası dönük olan asıl kişinin yanına adımlarımı attım. Bir de çıplak bırakmışlardı onu. Sikecektim Namjoon'un olmayan o beynini. Sonunda karşısındaydım ve uykusuzluktan mosmor olmuş gözlerine baktım. Gerçekten de söyledikleri kadar varmış. Bayağı güzeldi ve gözüme çarpan çıplak vücudu değişik bir şeyler hissettiriyordu bana.
Gözlerini benimkiler ile birleştirince bir anda doğruldu ve erkekliğini örtmek adına bacaklarını birbirine yapıştırdı. Kaşlarını çatıp bağırarak konuştu.
"Lanet insanlar! Hepiniz iğrençsiniz! Ne istiyorsunuz benden, anlamıyorum ne istiyorsunuz?"
Yutkundum ve sakin bir tavır ile ellerini ellerimin arasına aldım. İlk önce çekmeye çabaladı fakat güçlü bir hamle ile kendime çektim. Acımıştı ki küçük bir ses çıkmıştı dudaklarının arasından. Ellerini yavaşça çözdüm ve bileklerini ovaladım. İz yapmıştı. Hızlıca çekti ellerini ve bileklerini inceledi. Ben ise o sırada diz çöktüm ve ayaklarındaki ipi çözdüm. Çözer çözmez ayağa kalktı ve yakama yapıştı.
"Cevap versene adi şerefsiz! Cevap ver bana!"
Bileklerinden tutup sakinleşene kadar bırakmadım. En sonunda kaçamayacağını ya da onun bu söylediklerini siklemediğimi anlamış olacaktı ki durdu. Ağlamaya başlamıştı. Kafasını omzuma yasladı ve hıçkıra hıçkıra ağladı. Onu hafifçe ileri ittim ve kabanımı çıkardım. Omzuna koyup güzelce sardım onu. Her yeri örtülmüştü fakat titriyordu. Elimi omzunun hemen altına koyup, kapıya doğru yürümesine yardımcı oldum. Hâlâ konuşmaya çalışıyordu, titreyen sesi ile.
"Kimsin? S-söyle artık."
Duraksadım ve gözlerine baktım. Ardından oldukça net bir tavır ile sert ses tonumla konuştum.
"Bu evde güvenebileceğin tek insan."
Konuşmasına izin vermeden çıktık bodrumdan. Merdivenlere adım atamıyordu. Çok fazla titriyordu. Merdivenlerin başında bekleyen Namjoon ile göz teması kurmuşlardı. Jungkook korku ile bir adım geri atmıştı. Kaşlarımı çattım ve merakla sordum.
"Sana bir şey mi yaptılar?"
Bir süre dondu kaldı. Kolundan tutup onu sarstım ve ağlamaya başladı. Ensesinden tutup kafasını omzuma gömdüm ve etrafımdakilere bağırdım. Bağırmam ile irkilmişti fakat kafasını omzumdan çekmiyordu.
"Siktiğimin gecesinde kafam güzelken sana dedim ki Joon, bir kişi bile ona dokunursa kırarım ellerinizi. Bunu söyledim değil mi?"
Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Kabanın yakalarını elleriyle öyle sıkıyordu ki, bembeyaz olmuştu parmakları. Yutkundum ve cevap gelmesini beklemeden kolumu onun omzuna atıp, asansöre ilerledim. Kapı hemen açıldı ve içeri girdim. Üçüncü kata bastım ve kapı kapandı. Kendini yavaşça benden çekti ve ürkek bir sesle konuştu.
"Ne yapacaksınız bana? Seks oyuncağı falan değilim ben!"
Kaşlarımı çattım. Seks oyuncağı. Demek seks oyuncağı. Neden gönderdiklerini şimdi anlamıştım. Derin bir nefes alıp, gideceğimiz kata gelmeyi bekledim. Kapı açıldı ve omzundan tutup ilerlemesine yardımcı oldum. Hâlâ titriyordu. Adımlarımı izliyor ve ağlıyordu. Odama gelmiştik. Normalde buraya benden başka bir kişi bile girmemişti. Kapıyı açtım ve içeri geçmesi için geri çekildim.
Çekingen bir şekilde attı adımını içeri. Etrafı izledi buğulu gözlerle. Üstündeki kabanı aldım. Bir anda zıpladı yerinden. Eliyle erkekliğini kapattı ve bağırmaya başladı.
"N-ne yapıyorsun sen?"
Yutkunup yanına yaklaştım.
"İstediğimi."
Kaşlarını çattığını görüyordum. Yatağın üzerinde duran yorganı aldı ve kendini ona sardı. Dudaklarını büzüp yatağa oturdu. Uykusuzluktan helak olmuştu. Derin bir nefes alıp konuştum.
"Kaç yaşındasın, Jeon?"
Kafasını kaldırmadan, gözlerini yukarıya dikerek bana baktı. Muhtemelen susuzluktan kuruyan dudaklarını ıslattı ve boğazını temizledi.
"On dokuz."
Kaşlarım istemeden çatılmıştı. Oldukça küçüktü. Hatta daha iki yıl önce reşit bile değildi. Edindiğim bilgilere göre annesi ve babası yoktu, özel diye aldıkları okulda satılmak için oyalıyorlardı onu. Bundan daha yeni haberdar oluyordu fakat onun için fazlasıyla can sıkıcı bir durumdu.
Babası da ben ve bu malikanedeki diğer insanlar gibi asılsız şans oyunları oynar, kazandıklarını satar kâr ederdi. Daha doğrusu edermiş. Ben de yeni öğrenmiştim. Araba kullandığım sırada Joon'dan tüm bilgileri almıştım. Gülümseyerek ona baktım ve kafamı sağa yatırdım.
"Ufaklık?"
Sinirli bir şekilde bana bakıyordu. Sanki az sonra tüm evi başıma yıkacakmış gibi. Gülümsemem anında silinmişti. Zaten öyle çok da gülen bir insan değildim. Amacım ortamı onun için daha katlanılabilir bir hâle getirmekti.
"Sen? Sen kaç yaşındasın da ufaklık diyorsun bana?"
Hiç beklemeden yanıtladım.
"Yirmi altı."
Beklemiyordu ki şaşkın yüzüne şahit oldum. Yutkunduğunu görebiliyordum. Tavşan dişleri, kaslı sayılabilecek kolları ve bacakları, zayıf bedeni, alnına düşen saçları... Her bir şeyini görüyordum ve kutsanıyordum.
"Haa. Göstermiyorsun."
Sandalye çektim ve tam karşısına oturdum. Dirseklerimi dizime koyup başımı ellerim arasına aldım. Bir dakikaya yakın bir süre öylece durdum ve doğrulduğumda konuşmaya başladım.
"Sana aşağıda, bu evde güvenebileceğin tek insan olduğumu söylemiştim, değil mi Jeon?"
Kafasını salladı ve konuşmama devam ettim.
"Uzatmayacağım. Sen benim ihtiyaçlarımı karşılayacaksın, ben de seni krallar gibi yaşatacağım."