two

696 78 60
                                    

Steve, hiç olmadığı kadar mutlu ve hiç olmadığı kadar da gergin hissediyordu. Onu görmüştü. Yıllar sonra ilk defa gözleri gözlerine bakmış, teni tenine değmişti. Aynı ortamdaki oksijeni soluyor, aynı içkileri içiyorlardı. Ancak bir de oldukça şiddetli bir ayrılığın sonrasında ilk defa görüşmeleri vardı ki, bu sinirlerini alt üst ediyordu. Çok kötü ayrılmışlardı. Öylesine kötüydü ki, Steve onun hakkında tek bir haber dahi duymak istememişti yıllarca. Haberlere çıktığında kanalları değiştirmiş, gazetelerde gördüğünde sayfaları çevirmiş, arkadaşları konuştuğunda yanlarından gitmişti. Ne yaptığını, hayatında nelerin değiştiğini gerçek anlamda merak etmeye başladığındaysa sormayı ya da araştırmayı gururuna yedirememişti. Böylece seneler boyu saklanmıştı ondan. Kendini de saklamıştı.

Tony, konuştuğu adama gülüyor ve şampanyasını yudumluyorken hasretle iç çekti tekrar. Kendi hayatında o kadar çok şey değişmişti ki... Seneler boyu Tony'yi unutamasa da, en azından nefretinin arkasına saklansa da en sonunda baba olma isteği ağır basmaya başlamıştı. Sonra da evlenip baba olmuştu. Acaba Tony evlenmiş miydi? Çocuğu var mıydı?

Onunla konuşmaya ne kadar ihtiyacı olduğunu düşündü. Tepkileri, gülüşü, verdiği tavsiyeler, yürüyüşü, düşünme biçimi ve ona dair her şey yüreğinde büyük bir ağırlık yapıyordu. Canı acıyordu. Eğer göğsündeki bu ağrı şekillenseydi, kalbinin üzerinde kocaman bir yara olurdu Steve'e göre. Ona hem çok yakındı, on beş adımda yanına gidebilecek kadar, hem de çok uzaktı, yeni tanıştığı biri kadar.

Tony'nin adımlarını ona ve arkadaşlarına yönelttiğini görünce ister istemez duruşuna bir çekidüzen verdi. Tam yirmi iki sene geçmişti. Derisinin yedi yılda bir yenilendiği düşünülürse, ona son dokunuşunun üzerine tam üç kere yenilenmişti derisi. Bu geceki o el sıkışından sonra tekrar bir o kadar daha bekleyemezdi ona dokunabilmek için.

"Ee, nasıl gidiyor? Eğleniyor musunuz?" diyerek yanlarına geldi Tony. Bütün arkadaşlarının üzerinde gözlerini geçirirken kendisine bakmaktan özellikle kaçınıyordu. Kenarda dikiliyor olması da işini oldukça kolaylaştırıyordu.

"Her şey çok güzel olmuş, Tony. Davette adının bile yer almamasına rağmen senin partin olduğu oldukça belli oluyor." Clint'in söylediğiyle etrafına göz attı Steve. Tony, böyle mi veriyordu davetleri? Etrafta hakim olan gümüş ve beyaz rengi kendisinin tercihi miydi? Şeffaf ve örtüsüz masaları o mu seçmişti? Boğazından akan içki ilk önce onun onayından mı geçmişti?

"Eh, Reed bu işlerde berbat olduğundan el atmam gerekti." Steve gülümsemesini viskisinden bir yudum alarak gizlemek zorunda kaldı. Neden hala kendini ondan kaçmak zorundaymış gibi hissediyordu? Bunu istemediğine emindi oysaki.

Daha fazla dayanamayacaktı. Ya ortamı anında terk etmesi ve arkadaşlarından hiçbiriyle bir daha konuşmaması gerekiyordu, çünkü ona her zamankinden daha fazla Tony'yi hatırlatacaklardı, ya da Tony'ye sarılmalı ve bir daha asla bırakmamalıydı. Arasını ne yazık ki bulamayacaktı.

İkincisini yapmak için nelerini feda etmezdi ki... Gururu önemli olmazdı mesela. Kınayan bakışlar, alaycı gözler, kıkırdayan dudaklar ya da fısıldamalar canını hiç yakamazdı. Ancak buna cesareti var mıydı? Tony onu itse ve güvenliklere onu dışarı çıkarmasını söylese ne yapardı?

Ortamı terk etmeye karar verdi o da. Canı yanıyordu, canı yanacaktı da. Fakat başka bir yere gidebilirdi, kendine yeni bir hayat kurabilirdi, bütün odağını Mary'ye verebilirdi. Kızı buna mutlu da olurdu.

Ya ikisinden biri, ya hiçbiri, dedi içinden. Viskisinden son yudumu alırken son kez baktı ona. Gözleri gülerken kırışmış, harika gülüşü inci gibi dişlerini ortaya çıkarmıştı. Onu tekrar gördüğü için teşekkür etti artık inanmadığı Tanrısına. Bu geceden sonra varlığına tekrar inanacağı kesindi.

ineffable || stonyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin