✧*。
jimin, ertesi gün kendini biraz daha iyi hissedebildiğinde iş arkadaşlarından birini aramış ve bugün işe gelemeyeceğini söylemişti. onun hassas durumunu bilen arkadaşı onu anlayışla karşılamış ve kendini çok yorduğu, artık dinlenmesi gerektiği hakkında bir şeyler gevelemişti. jimin, dediği çoğu şeyi dinlememişti. annesini iyi olduğuna inandırıp işe yollayabildikten sonra biraz uzanmak için odasına çıktı.
sol kolu başının altındayken sağ eli havada, yüzük kutusunu evirip çeviriyordu. kutunun içinde ışıl ışıl bir alyanstan başka hiçbir şey yoktu. ne bir not ne de bir ipucu. aslında jimin, bunun kendine gelmediğine neredeyse emindi fakat iş arkadaşlarını arayıp bundan bahsetmemişti. içinde birileri bunun kendisine ait olmasını deli gibi istiyordu ve jimin bu hissi bastıramadığı için kendini suçlu hissetmekten başka hiçbir şey yapamıyordu. radyosundan singularity çalıyordu, biraz kafasını dağıtmak istemişti fakat sonra kendini kutuyu açmış ve yüzüğü parmağına takmış bir halde bulmuştu.
yüzük, ince ve zarifti. oldukça pahalı görünüyordu ve jimin'in bir zamanlar atmış olduğu o koca kehribar taşlı yüzük gibi kaba değildi. ufak yüzük parmağına, sanki kendisi için yapılmış gibi uymuştu. bu jimin'i hem heyecanlandırdı hem de korkuttu.
'bu yüzüğü o getirdi.' yüzünde hasta bir tebessüm oluşmuştu. elini havaya kaldırdı ve yüzüğün ne kadar da güzel parladığını hoşnut bir şekilde izledi.
hava hafta boyunca hep karanlık ve yağmurlu olmuştu. bu jimin'in içini karartıyordu. bugün de tıpkı dün gibiydi. öğlen olmasına rağmen göğü kara bulutlar çevrelemiş, basık bir ortam sunmuştu. yatağında sırt üstü yatmak için döndü. cama vuran yağmur ve gök gürültüleri odasını dolduruyordu. içlerinden bir yıldırım vardı ki oldukça yakınlara düşmüş ve düştüğü anda elektrikleri kesmişti. jimin, sabah olduğu için şükretti çünkü o artık karanlığa tahammül edemeyecek bir hale gelmişti. odasının köşesinde duran lambası sönmüş ve radyosu kapanmıştı. sessizliğe boğulan odanın içinde jimin, öylece uzanmaya devam eti.
yüzük kutusunu kenara koyarak yerinde doğruldu ve komodinin üzerine bıraktığı şarjdaki telefonunu çekip çıkardı. odadan çıkarken ayağındaki civcivli terliklerini yere sürterek ilerliyordu. annesini arayıp telefonu omzuyla kulağı arasına sıkıştırdı. telefonun açılmasını beklerken biraz kahve için süt ısıtacaktı.
"bebeğim?" karşı hattaki kadının sesi duyulunca jimin, ocağın başında çakmak arıyordu. elektriğin olmaması demek, kendiliğinden yanan ocağa bay bay demekti.
"selam anne, yağmur çok yağıyor ve az önce elektrikler gitti, iyisin değil mi?" dolapları açıp çakmak için kontrol ederken hattın cızırtılı oluşuyla yüzünü buruşturmuştu.
"alo?" sesler çoğalıp nihayetinde aramayı sonlandırınca jimin, telefonu omzundan geri eline almıştı. sinyal yoktu. sıkıntıyla iç çekti. telefonu tezgahın üzerine gelişi güzel koyunca çakmağa bakınmaya devam etmişti. birkaç dakikalık arayışın sonunda pes ederek arkasını döndü ve kalçasını tezgaha yasladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
let me under your sin | vmin
Fanfiction❝kim taehyung zekiydi, karizmatik bir gülüşe sahipti ve uzun zamandır gözleri park jimin'in üzerindeydi.❞ essalied için ♡ ↯120619 vmin içinde #4 | 201020